le vengeur

 

               Aylar önce yaptığı iş değiştirip daha çok kazanma planını hala uygulamaya koyamamanın kederinden yatalak olmak üzereydi; kendisi için bir şey yapmamasından dolayı vicdanıyla sürekli çatışmasının yanında egosuyla da daha çok kazanmayıp hayat kalitesini yükseltmediği için tartışıyor, sağlı sollu ataklarla mücadele ederek zamanını geçiriyordu. “Hiçbir şey yapmama fırsat vermeyen bu tempoda en azından birkaç kuruş biriktirebildim. Hayatımı kurtarmaya veya beni bu bok çukurundan çıkarmaya yetmeyeceği kesin… ama en azından gidip birkaç bira içerek bu bok çukurunu bana unutturabilir, kısa bir süreliğine de olsa…”

               Böylece o gün, işten çıktığında hemen eve gidip yatmadı; önce sipariş vermesini dört gözle beklerken reklam politikalarının ne kadar iyi olduğunu düşünen restoranlardan birine gidip yemek yedi; içeri girdiğinde duvarda kendi fotoğrafı asılıydı ve altında da o meşhur sözleri yazıyordu “O kadar da aç değildim, sanırım yalnızca Dünya’yı özlemiştim.”

               Kendi portresiyle göz göze gelmemek için restoranın vitrinine doğru oturdu, bu kez de dışarıdan çok fazla dikkat çekeceğini hesaba katmamıştı; arkada adamın fotoğrafı, önde de adamın kendisi yemek yiyordu. Adamı tanımasalar da restoranın özelleşmiş mutfağıyla ilgilenmeseler de kendi fotoğrafının önünde yemek yiyen birini merak eden insanlar, üçlü beşli içeri girip masaları dolduruyorlardı; patronun yaptığı yatırımdan ne kadar memnun olduğunu görmek zor değildi.

               Tantanaya girmekten itinayla kaçınan Beyz, hızlıca yemeğini bitirip çıkacakken onunla fotoğraf çektirmek isteyenler oldu; iş gününün ardından yediği yemekle bitkin düştüğünden kimseye karşı koyamadı. Yükselen kan şekeri düşene kadar fotoğraf çektirdiğine biraz hayıflandıysa da yapacak daha iyi bir işi olmadığı fikriyle kendini rahatlatıyordu.

               Nihayet çıkabildiği restorana bir dahaki gidişinde paparazzilere yakalanmak istemeyen ünlüler gibi şapkasıyla, kapüşonuyla ve gözlükleriyle gitmeye karar vermesinin ardından popüler olmayacağı bir bar bulmak için sokakları adımlamaya başladı.

               “Sıkı çalışma denen konsept, gerçekten hayret verici. Tat, tuz kalmıyor insanın hayatında; yalnızca üretim ve üretim. Kendi ürettiğimi bile tüketememekten muzdaribim. Yani elbette bir noktada kullanıyorumdur, maden işinde olduğuma ve madenlerin her yerde kullanıldığına bakarsak… fakat tüketimim hep o kadar düşük ki, yalnızca kendi ürettiğimin yarısını bile kullanmadığıma eminim; yüksek olsa da kendi emeğimi harcayacak vaktim yok ki! Git, çalış, gel, yat ve tekrar et…

               Ailemi bırakmanın bana pahalıya mal olacağını söyleyenleri hatırlıyorum, ama yine de bu, ilahi bir müdahale gibi; bu kadar sorunsal bir hayata düştüysem, ailemin beni gereğinden fazla koruduğu çıkarımı ortada. Ortada olan diğer çıkarımsa benim bu zincirleri kırmakta ne kadar geç kaldığım. Eh, bütün hayatın boyunca cam bir fanusta yaşayıp nihayet camları kırdığında oksijen bile seni boğabilir.”

Abraham's Sacrifice of Isaac - Giovanni Battista Gaulli
Abraham's Sacrifice of Isaac, Giovanni Battista Gaulli, Received from wikiart.org

               Birasında yükselen baloncukları izleyen küçük bir çocuktu. En başa dönüp en masum haliyle tekrar başlamak için her şeyi vermeye hazır, kendi dünyasını yeniden kurmak için masumiyetini yakmaya gönüllüydü; “Yalnızca tek bir şey” diyordu fısıldar bir ses tonuyla, “Bizzat ben yakmak istiyorum, başkalarının benim olanı yakmalarından bıktım.”

               Bu sırada ona yaklaşan ve bir bira ısmarlamak üzere olan kadını hala fark etmemişti; ancak kadın, o kadar uzun süredir adamı izliyordu ki düşüncelerini bile okuyabilirdi. Madenci olduğu ilk görüşte anlaşılan Beyz, özünde madenciliğin olmadığını da ikinci görüşte etraftakilerin görebilmesi için hareket ediyordu; kadının ilgisini çeken de bu olmuştu: Yaptığı işten memnun olmayan birine ihtiyacı vardı.  

Yorumlar