Barda olanlar

Miners' wives carrying sacks of coal, 1882 - Vincent van Gogh
Miners' wives carrying sacks of coal, Vincent van Gogh, 1882; Received from wikiart.org

            Oturduğu yerde geçmişini eleştirel düşüncelere maruz bırakmaktan bir türlü sıkılmamış, bira üstüne bira içerken kalan kuruşlarını hesaplıyordu; bahiste katladığında ona yetecek kadarını geride bırakmaya iki bira önce ikna olmuştu. Dört bira önce ise para kazanmaya ikna olmuştu. Kaybetmekten bezmiş gözleriyle bardaki uzaylıları izlemeye koyuldu; ilgisini çeken epey tip vardı: tırpan eller, kazma ayaklar, sekiz veya on altı gözlüler, gövdesi bir sigorta kutusuna benzeyenler ve bulaşık süngeri olarak var olanlar…

             Bu sırada onu izliyor gibi görünen birini fark etti, üstünde şık olduğu kadar sağlam bir zırh vardı, küçük buharlar çıkararak sahibini küçük bir şovun ortasında, biz gizem taşıdığı izlenimine terk ediyordu. Beyz, diğerlerine ayırdığından fazla zaman ayırdı buharlıya, kıyafetinde bir şey ona buharlının çok ciddi olduğunu söylüyordu; oynadığı oyunlarda, izlediği filmlerde ve okuduğu hikayelerde kostümü buna benzeyen insanların hep belanın sağ kolu olduğuna tanık olmuştu.

            Buharlı kostümlerin ne kadar tehditkâr göründüğünü, ilkel dünyada bir çakmağının olmasına benzeterek aynı yere uzun süredir baktığını ve bunun artık görgüsüzlük olarak kabul edilebileceğini düşünerek kafasını önüne çevirdi; onun önüne dönmesiyle el sallamak üzere olan buharlı kadın, planını değiştirerek ilk teması yanına gidip konuşmakla sağlayabileceğini kabullendi.

            “Selam, İsil ben.”

Çıkardığı buharları manipüle edip omuzlarının arkasına göndererek yaptığı girişin izlenimini güçlendirmeye, gizemli değil gizemin sahibi birisi olduğunu gösteriyordu. Beyz ise yalnızca bir kadınla tanışacak olmanın heyecanını basit bir şekilde yaşıyor, para kazanma hesaplarını kenara itiyordu.

“Beyz. Oturmaz mıydın?”

İsil’in oturmayı kabul etmesi ve kostümü hakkındaki soruları yanıtlamaya başlamasıyla yakınlaşmaya başladılar; duygusal veya flört dahilinde olmayan bu yakınlaşma, birlikte iş yapmak üzere olduklarını bağırır gibiydi. Hiç sevmediği hava su muhabbetlerinin bitişiyle İsil, asıl konuya girmek istedi:

-          Bir madencisin ama halinden memnun göründüğünü söyleyemem.

-          Madencilerin hallerinden memnun olduğunu kim söylemiş ki?

-          Hiç duymadım. Madenciler hallerinden memnun olmamakla mı ünlüdür?

-          Öyle söylenebilir.

-          Peki, ünlü olmaya mı halinden memnun olmaya mı devam etmek isterdin?

-          Tabi ki halimden memnun olmaya. İyi aile çocuğu gibi bir cevap oldu ama, ünlü olmakla bir derdim yok. Yalnızca, restoranlar arasında ünlü oldum ve bu bile yetti bana.

İsil, karşısındakinin bedava-yiyen olduğunu bilmiyormuş gibi yaparak biraz daha cazibe yaratmak, onun egosunu biraz daha kabartmak için sordu:

-          Sahi ya! Dünya yemekleri yapan restoranların favorisi değil misin sen? Geçen gittiğim bir tanesinde fotoğrafını görmüştüm.

-          Evet benim o…

-          Bu popülerlikten de memnun değil gibisin?

-          Ekmeğini yiyorum tabi, ama ekmeğimi yerken bile izlenmem pek hoş değil maalesef.

Dertlerinden bahsetmeyi bitiren Beyz, sürekli kendinden bahsettiği zamanlarda işlerin ters gittiğini beynine kazımıştı; kazınmış olan notu hatırlayınca acemice de olsa konuşmanın odağını İsil’e kaydırdı:

-          İsil’in anlamını biliyor musun?

-          Galakside her bir ismin onlarca, yüzlerce farklı anlamı olabileceğini duymuştum.

-          Evet ama sana koyulurken kullanılan anlamı sormak istemiştim ben.

-          Bir anlamı yok, ama bir hikayesi var.

-          Anlatmak istersen dinlemek harika olurdu.

-          Tabi, kısa zaten: yeni doğduğumda çekirdek ailem ve onların büyükleri, toplanmış beni kutluyorlarmış. Annem ve babam kenarda bıyık altından ismimin ne olacağını tartışırlarken ben bir kutu reçele gidip kafa atmışım, tam anlamıyla; yani ne kaşık ne çatal, bütün kutuya yüzümü daldırarak karnımı doyurmaya çalışmış, her yerimi reçel yapmışım. Bunu gören babaannem ‘bebeği sil!’ diye anneme bağırırken ismi ‘Pepei’ olan annem, babaannemin ona “Pepei İsil!” diye bağırdığını sanmış. Ne diyorsun kadın, bakışlarıyla bir süre onu izlemesinin ardından annem, kelimeyi çok beğenmiş. Babaannemin de payının bulunacağından memnun babam da kabul edince ismim İsil olmuş.

Uzun zamandır birileriyle sohbet etmemiş olmanın bedelini ağır ödüyor, konuşacak yeni şeyler bulmakta zorlanıyordu Beyz; öte yanda İsil de artık hava su konuşmaktan sıkılmış, karşısındakine yapacağı iş teklifini biraz daha bekletirse yavaş yavaş flört etmeye başlayacaklarını düşünüyordu:

-          Beyz, aslında sana bir teklif için geldim.

-          Ne teklifi? diye sorarken aklından senaryoların geçmesini engelleyemiyordu.

-          İş teklifi.

-          İş teklifi mi! Heyecandan kahkaha atmak üzereydi, kafası karıştığı kadar rahatlamıştı.

-          Evet, seni çetemize davet etmek için gönderildim buraya.

-          Özel olarak beni mi?

-          Evet, özel olarak seni ve diğer on dört adayı.

-          İşin ne olduğunu bile bilmeden kabul edebileceğim bir noktadayım ama yine de detayları alabilir miyim?

-          Elbette. Robin Hood’u biliyorsundur. Eski bir dünya efsanesi.

-          Tabii, çocukluğum onunla geçmediyse de çocukluğu onunla geçen insanlar tanıdım.

-          İşte biz bir Robin Hood çetesiyiz. Fakat kese kese altınlarla değil madenlerle ilgileniyoruz.

-          Bu noktada bana ihtiyacınız var gibi.

-          Ortalama bir maden işçisinden en az birkaç kat yüksek zekan olduğu anlaşılıyor; örneğin, maden işçileri barlara gelip yabancılarla konuşmaz, kendi barlarında birbirleriyle konuşurlar.

-          Farklılaşmak istemem, zekamdan mı kaynaklanıyor?

-          Öyle de denebilir, ama ben yine de zekayı fazla bir şeyin sebebi haline getirmek istemezdim; nihayetinde sorumlulukların altında ezilip hepten iş görmez olması mümkün.

-          Siz de örgütte benim madenlerle ilişkimi, sistemlerine dair bildiklerimi ve geçiş izinlerimi kullanmak istiyorsunuz, öyle mi?

-          Madenlere nasıl girip çıkacağımızı bize göstermen gerekiyor, son haritacımız bir iş sırasında kazara satıldı. Soygunu yaparken bulaşıcı bir maden üzerinde çalışıyorduk ve korunmayı unutmasıyla hayatının değişimini geçirip bir madene benzemeye başladı, biz de kargo sırasında masasının başında uyuyakalmış adamı, maden kargosuna koyup göndermişiz.

-          Öyleyse korunmayı unutmamam gerekecek.

İşi kabul etmesiyle el sıkıştılar, İsil nerede buluşup nereye gideceklerinin detaylarını ve Beyz’in sorularının cevaplarını verdikten sonra arkasında buhardan gülen yüzler bırakarak bardan çıktı. Nihayet bardan çıktığına çok memnundu, “Böyle sosyal yerlerde bulunmayı sevmiyorum, ihaleci olmanın bedeli bu olmamalıydı. İhaleci olmak demek gidip madenleri izlemek, planlar yapmak ve planların uygulamaya koyulacağını sağlayan sunumlar yapmak olmalıydı; nitekim öyle de. Gel gelelim bir asistan seçmek için de kimseyi ayağıma çağıramamam büyük acı.”

Beyz ise ertesi gün buluşacakları saate kadar toplanmayı ve toplarken bakacağı eşyaları düşünüyordu; hiçbir anlamı olmayanlarına bile bakıp iç çekecek, hepsine çok önemlilermiş gibi davranacaktı. Suç dünyası buna izin vermeyeceğinden son kez dramatik olmak istiyordu.

 

Yorumlar