Roketya: Baba-Oğul-Aile Dostu

 

ROKETİN ETEKLERİ

                Aradan geçen birkaç ay, kimseyi fazla yaşlandırmamıştı ancak hayata bakış açısında değişikliğe sebep olduğu birkaç kişi olmuştu. Bunlardan biri, şimdiye kadar bizzat ilgilendiğimiz ancak bizim ilgilenmemize vakit bırakmamayı tercih ederek dikkatleri daha çok konuştuklarıyla çekmiş olan Ahtem’di. Bu değişimin başlıca sebeplerinden en başlıca olanı, kız kardeşi Peri’nin ondan ayrı yaşamaya gitmiş olmasıydı. Peri’nin kendisinden bunu yapmamasını asla bekleyemeyeceğine kendini ikna etmesinden bir dal sigara kadar önce, kendine de bir söz vermişti. Sorumluluk sahibi olmak isteyen biri olarak insanların sorumluluklarını kendi omuzlarına yüklemekte en büyük faydayı görmesiyle verdiği söz, kardeşinin gitmesine itiraz etmemeyi de kapsıyordu.

                Her ne kadar olayların gelişimi planladığı ve beklediği gibi gerçekleştiyse de, mantığın sesini bastırabilen bir ses arada bir kendisini görmeye geliyordu. Rüyalarında konuştuğu insanlar, çoğunlukla kendisine fikir vermeye çalışan kadınlardı. Peri’nin ayrılışının ardından görmeye başladığı bu rüyalarda kendini, bir şeyler kaybetmiş veya anlayamadığı bir şeylerin neticesinde zarar görmek üzere olduğundan dolayı sürekli birilerine akıl danışıyordu ve bu birileri hep kadınlardı. Kadınlar yirmili yaşlardan ellili yaşlara kadar uzanıyordu; yaşadıkları coğrafya da ülkenin doğusundan batısına uzanıyordu. Hepsinin ortak bir fikrinin olmasının, bu rüya serisinin genel teması olduğunu ve bu fikri bulmanın da acıya son vereceğini ne kadar düşündüyse de asla deneyerek onaylayamadı. Çünkü hiçbir ortak fikir yoktu ortada.

                Bu şekilde geçen ayların ardından içgüdülerine dayandırdığı bir karar vererek aynı caddede bir çatı katına taşınmıştı. Yeni taşındığı ev, eski evinden daha büyük olmadığı gibi daha küçük de değildi. Sakin hayatına bu çatı katında devam ederken kariyerinin de küçük bir adım ileri yöneldiğini fark etmişti. Üzümü yiyip bağını sormama politikasını takip ederek Kasket ve Franz’la yaptıkları anlaşmaya uymuş ve gerekli mülakatlara bu sırada girip geçmişti. Yola çıkmalarına az bir süre kalmış olmasına rağmen Ahtem’in halinde hiç de aylar sürecek bir yolculuğa çıkacakmış havası yoktu.

                Son zamanlarda özellikle Murat’ın tekrar ederek yaptığı bir tespiti vardı, Ahtem hakkında şunu diyordu, kendisinin Egeli bir teyzeye dönüştüğünü; her an etrafta bir yerde ekmek yapacak olmasından korkarken diğer yandan bunun kendisi için bir kayıptan çok çıkar kaynağı olacağının ikilemini yaşamasıyla Ahtem’e bu konu hakkında verdiği fikirlerin objektif kalıp kalmadığını konuşmaya gerek duymayarak kendilerine ve birbirlerini anlama kapasitelerini güvenlerini halka göstermek istemişlerdi. Bunu sağlamanın en iyi yoluysa Murat’ın yaptığı, yiyeceği ekmeklerin şakalarından her birine Ahtem’in sıcak bir reaksiyon vermesi ve en azından gülmesiydi.  

                Sonunda bir keresinde Kasket’le görüştüklerinde bu rüyalardan ve Murat’ın tespitinden bahsettiğinde Ahtem, ufkunun açılışı sürecinin bu kadar basit ve sade bir şekilde yapılmış olmasına biraz içerleyecekti. Nitekim aylardır kafasına aldırmaya çalıştığı bu durumu karınca yuvası yakmak kadar basit bir işmiş gibi yapan Kasket’e minnettar mı olmalıydı yoksa bağırmalı mıydı emin olamadığı süre aralığı neyse ki epey kısa olmuştu. Ahtem’in hayatında bir kadına ihtiyacı vardı. Evlenmek zorunda olmaktan kimse bahsetmiyordu ancak seviştiği insanlar olduysa da çok uzun süredir sevgilisi olmamıştı. Bu durum ise kız kardeşi, Peri, onunla yaşamayı bıraktığında patlamıştı; son damla buydu.

                Çıkacağı seyahatten dolayı buralarda kimseyle takılmamaya karar veren Ahtem için, bu yolculuğun bekleyişi daha da katlanılmaz bir hal almıştı. En azından bir an önce rokete binip kısmetini orada aramanın yollarını düşünerek günlerini geçiriyordu. 

                Günler geçerken Ahtem birileriyle takıldıysa da etrafındaki uzaya gideceği atmosferini hiçbir an boş vermemişti. Bu konuda deneyimlediği heyecanın ne kadar fazla olduğuna, arkadaşları, dikkat çektiğinde arkadaşlarının kendisine karşı bir şeyler düzenlediği hissine kapıldığını söyleyerek duygusal bir sahne yaşatmıştı; ancak yaşattığı sahnenin gereksizliğiyle eşdeğer güçte güçten düşürücü de olmuştu bu sahne. Karşılaştıkları dramaya karşı koymamaya çalışan ve oluruna bırakmaya çalışan arkadaşları, Ahtem’in ağlayacağını ilan etmesiyle paniğe kapılıp ne yapacaklarını bilemeden etrafta su, mısır, tuzlu fıstık, bira ve soda buldukça Ahtem’in önüne yığdılar. Nihayetinde ortamın biraz daha rahatladığını gören Kasket, şüpheli gözlerle bir süre olay yerini inceledi.

                Bu incelemeler Kasket tarafından aynı salonda yapılırken, Murat olayın dinmesiyle biraz derin bir nefes almıştı; Franz ise neye uğradığına şaşkın getirdiği sodalardan birini almış koltukta arkasına yaslanmış, duruyordu. Neden sonra Kasket ansızın içinde bulundukları duruma neyin absürtlük kattığını fark etti, Ahtem’di bu. “Bunu cinsiyetçi olmadan nasıl söylerim bilmiyorum, ancak,” aldığı bir yudumdan sonra devam etti, “Ahtem tıpkı kendi yaptığı iş ters gittiğinde kimi otoritelerin yaşadığı gibi yaşıyor. Etrafa saçmalıklar saçarak herkesin dikkatini dağıtıyor ve, sanmıyorum ama, belki de kendi yolunu açıyor bu sayede.”

                Duyduklarını ne kadar umursaması gerektiği hakkında hiçbir fikri olmayan iki kişi dışında Kasket ve Ahtem, bir anda gizem avcısı bir dedektife dönüşerek Sherlock olmuş ayrıntılar ve detaylar üzerinde düşünüyorlardı. Bunlar da yolculuğa çıkılana kadar yaşanan önemli tek gelişmenin tüm parçalarıydı.

KAPILARCA ADIM

                Gün gelmiş herkes mevcut amaç için toplanmıştı. Murat, ekibe katılmamayı seçtiği için ruhen dört kişi de olsa üç kişilik bir grup olan Ahtem, Franz ve Kasket’in ruhu, meraklı gözlerle etrafı incelemekle meşguldü. İncelemeye değer epey materyal olmasından üçü de epey memnundu. Neredeyse aralarında bir rekabetin doğacağını sezdiğinde Kasket, hevesle bu faktörü besleyerek bir süredir açmadığı çenesini açmaya karar verdiği sırada esnemeye başladı. Esnemesi bittiğinde ağzını birkaç kez şapırtadıp söze girdi, “Bu kadar kaotik bir yer olacağını beklemiyordum desem yalan olur ama bu kadar fazla çeşitlilik beklemiyordum. Biliyorum dünya tuhaf bir yer ama bu kadar fazla sayıda farklı grubun bir araya geleceği bir amacın dünyayı terk ederek yaşamak konusundaki şansını bu şekilde değerlendirmek istemek olacağını asla düşünemezdim. Bizzat görmesem de açıkçası inanacağımı sanmıyorum.”

                Kasket’in bahsettiği farklı grupları tararken Ahtem, bahsetmeye değer görmediği birçok çeşit insan gördü. Tatile çıkar gibi görünen ancak elit olduğu da epey belli olan bir grubu bir süre kestikten sonra gözüne takılan daha ilginç olduğuna inandığı grubu biraz daha kesti. İlginç olmalarının sebebiyse yalnızca kadınlardan oluşan bir grup olmasıydı. Uzun zamandır kadınlarla ilgili yaşadığı temas probleminin baş gösterdiğini fark etmesi çok uzun sürmedi. Yine de, bu kadın grubunda herkesin sarı fular takması dikkatini çekmişti ve gidip sarı fuların ne olduğunu sormamak için kendini tutması gerekmişti. Tutmasına da gerek yoktu aslında, yalnızca kendisini aksiyondan alıkoymak için uydurduğu bir bahaneye ikna etmişti.

                Beyni nispeten çok daha hızlı işleme kapasitesine sahip olan Franz, gözünü en anlamlandıramadığı gruba dikmişti. Bir grup teyzeydi bunlar, sayıları 9’u geçmezken kapladıkları alan, bunu şişman düşmanı olmadan nasıl ifade edeceğini bilmeyen Franz, alanlarının en az 15 kişilik olduğu kanısını daha işlevsel bir düşünceye dönüştüremedi. Yalnızca bunu ilginç bir ayrıntı olarak tanımlamaya karar verdikten sonra kadınların kıyafetlerinin ilginçliği dikkatini çekti; bu noktada seçtikleri renklerin herkesi kendilerinden uzak tutmak için seçilmiş olduklarını gözlemledi. Epey geniş giyinerek de kapladıkları alanın fiziksel şartlarını kıyafetlerine dayandırarak oyuncu bir tavır sergilemek istediklerini düşündü Franz.

Kasket ise çoktan olan bitenden sıkılmış, ya plan yapalım ya da boş yapalım, diye üstelese de kimsenin umurunda olmayan bir ruhtan başka bir şey değildi. İnsanların ruhlara daha fazla saygı göstermesi gerektiğini düşünürken roketin içine insanları almaya başladıklarını fark ettiler. Hemen diğer ikisi gidecekleri kapılara baktılar, neyse ki Franz ve Ahtem aynı kapıdan giriyordu; ayrılmaları henüz gerekmemiş olsa da Kasket’in içinde bir his, ona bir noktada ikisinden birini seçmesi gerekeceğini söylüyordu.

İçindeki bu felaket tellalının sesini, bir ülkücünün Batı Avrupa’nın göbeğinde bağırmaya çalıştığı şeyleri bağıran bir ülkücüymüş gibi düşünerek buna kulak asmamaya çalışıyordu. Başına gelecek bir şeyin karşısında ne kadar önlem alsa da hiçbir işe yaramayacağını, intihar etmeden önce, görmüş ve kabul etmişti. Yine de intiharın buna bir meydan okuma olup olamayacağı düşüncesi tarafından ele geçirilirken Kasket, kapı sırasında beklemenin anlamsız olacağını ve duvarlardan geçerek şimdiden içerde gezintiye çıkabileceği fırsatını değerlendirmek istedi.

COĞRAFİK ŞARTLAR

Kasket, daha sonra ‘roketya’ adını vereceği roketin bizzat kendisinin içinde rastgele yerlerden rastgele yerlere geçtiği sırada karşılaştıkları karşısında etkilenmişti. Organizasyonun kime ait olduğunu bilmemesine rağmen kafasında canlanan isimlerin hepsi de kendisinin peşine ya düşmüş ya düşecek insanlardı. Organizasyonun pek de dost canlılığı göstermediğini anlamak için, Kasket, rasgeldiği dar koridorda duvarlara baktığında karşılaştığı kelepçelerin hangi amaçlara hizmet edebileceğini ve neden bu kadar çok olmaları gerektiğini biraz düşünmesi yeterli olmuştu. Sonucunda karşılaştığı cevapların ona söylediği tek bir şey vardı, hepsinin soyadı olan, dost canlısı olmama durumu.

Bunun dışında karşılaştığı pek farklı bir şey olmamıştı; yine de gördüğü koridor sayısının gezmediği oda sayısının fazla olmasına sebep olduğunu düşünüp en azından kapıları saysaydım diye hayıflandı. Hayıflanmanın ne kadar faydasız olabileceğini hatırladığında biraz da motorla ilgili olup ziyaretçilere açık olmayan teknik bölmeleri keşfetmek istedi. Enerjinin yaratılıp kullanılmasını sağlayan bölmeler dışında göz attığında nispeten geniş odaların nerelerde olduğunu öğrenmişti. Bu geniş odaların kimlere ait olduğunu anlaması için ne bir enerji bölmesine ne de uzun bir süreye ihtiyacı vardı. Kurmaya çalışacakları dünya çoktan sahiplenilmişti.

Bu sırada diğerleri de içeriye girme şerefine erişmişlerdi. Kasket de bu sırada Ahtem ve Franz dışındakilerin de onu görüp görmediğini test edebilmiş ve buradaki bulunuşunun da bir limiti olduğunu görmüştü; diğerleri onu göremiyordu. Amacına hizmet etmesi için gerekli kılınmış bir durum olduğunu düşündü bunun, ve böylece kabul etti.

Geldiği yerleri hala bulamamış olmasına rağmen içgüdülerine güvenen biri olarak kısa sürede Ahtem, Franz ve Teyzeleri buldu. İçerdeki neredeyse binlerce odadan birine de onları koymuşlardı; saymadıysa da yaklaşık 40-50 kişi olduğunu bir bakışta sezmişti.    

 

AHTEM, FRANZ, KASKET VE TEYZELER

                Üçü bir araya geldiklerinde ve tabiri caizse koğuşu andıran ve uzaya gidiyor olunmasına bakıldığında şartları çok da iyi olmayan bir odaya doldurulmuş olduklarından biraz yakındılar. Daha sonra asla bitmemek üzere yakınmaları teyzelere yöneldi. Neden burada böyle bir güruh teyzenin olduğunu ilk başta anlamamış olsalar da onları biraz izledikten sonra dikkatlerini çeken bir şey olmuştu, hepsi kıyafetlerini değiştirerek birbirine benzemesinden dolayı üniforma olduğunu düşündüren kıyafetler giyiyorlardı. Kasket’in aklına şirketin veya girişimcinin onlara sunduğu hizmetkarlar olabileceği fikrinin gelmesi çok vakit almadı, ancak bunun aksini ispatlamak daha da kısa sürmüştü.

                Teyzelerden biriyle ilk tanışan Franz olmuştu. Karşısındaki gizeme yenik düşerek biriyle rasgele bir konuşma başlatmak istemişti. Bunu yapmak için etrafına baktığında herkesin dolaplarıyla meşgul olduğunu gördü. Durumdan faydalanabilmek adına, dolabının yakınında hiçbir kadın olup olmadığını yoklamak için kendi dolabına gitmek istedi ancak kendi dolabının yerini hatırlamıyordu. Kafasını kaldırıp önü boş olan dolapları saydı, 6 tane boş dolap vardı ancak onlar yerleşmeyen üç kişilerdi. Başka bir üç kadın grubunun da oturduğunu görünce fırsatının gözleri önünde sohbet ettiğini gördü, diğer iki fırsatıyla. 

                Kadınların yaşlarına bir tahmin yakıştırmaya çalışarak Franz, kadınlardan birinin kendisiyle aynı çağda, diğer ikisinin ise kendisinden bir sonraki çağda olduklarına karar verdi; tabi ki konuştukça bu teorisinin doğru olup olmadığını ispatlamaya çalışacaktı ancak bir kadına yaşını soramayacağı gibi üç kadına da yaşlarını sormaması gerektiğini biliyordu. “Dünyalıların doğa ana dedikleri şey sanırım bu; doğaya ait olan bir varlık olarak doğal durumlar yaşadığında, benim deneyimimde olduğu gibi, duruma adapte olmaktan başka çare göremiyor. Her ne kadar adapte olmayı her zaman istemiyor olsa da bunu her seferinde yapanların yalnızca kazananlar olduğunu anlamak için ne bir antropolog olmaya ne de bir evrim yazısı okumuş olmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Şahsen bu tip fenomenlere bu şekilde isimler yakıştırarak zaten gösterdikleri şeyin dışında bir kutsallık yüklenmesine pek de katılmadığımı söylemekten gurur duyarım. Öncelikli sebebim, gösterdikleri anlamdan başka bir anlam içermedikleri; gösterdikleri anlamın bütün bir deneyim olduğunu ve özünde her varlığın eşsiz olduğunu göz önünde bulundurduğumda, bu tip fenomenlerin sunabilecekleri her şeyi sunduklarını ve onlara minnettar olmak için bu deneyimi kişisel bir şekilde yaşamanın doğru olduğuna inanıyorum.”

                Kafasının içinde kendi ahalisine verdiği bu küçük konuşmanın ardından daha fazla gecikmeden dolabını arıyormuş gibi yapmaya başladı. Yüzündeki hafif yaramaz ifadeye hakim olmaya çalışmayı bırakmış olan Franz, kimsenin dikkatini çekemediğini fark edince yavaş yavaş kadınların en yakınında olan ve kontrol etmeyi sona bıraktığı dolaba yönelirken kadınların konuşmalarına kulak misafiri olmayı ümit etmişti. Ancak ne konuştuklarını asla anlayamamasının sebebi, gerçekten sert bir Ege şivesiyle konuşuyor olmalarıydı, öte yandan çok heyecanla epey ciddi şeyler anlatıyor gibi konuşan teyzelere bakmadan edememişti. Kafasını çevirdiğinde bir süre yüzlerini izledi, bundan hiç rahatsız olmayan teyzeler konuşmalarına devam ederken ve bu konuşmadan Franz, hiçbir şey anlamazken yüzleri izlemeyi bırakıp ne tarz şeyler giyindiklerini inceledi biraz. Kadınların vücutlarını inceleme gibi bir niyeti olmasa da hepsinin epey geniş karın ve basenlere sahip olduğunu görmesi için bakmaya bile ihtiyacı yoktu. Buradan herhangi bir muhabbet başlatamayacağı gerçeğinden memnun bir şekilde bu kadınların kim olduklarını babasına sormak için geri döndü.

                Oğlunun dönüşünün çok hızlı olduğunu fark eden Kasket üzerinde uğraşmasına fazla gerek kalmadan eğlenebileceği bir materyale sahip olacağının ve bu materyalin ilk sahibinin de oğlu olacağı kanısının keyfine kapılmamak için hiçbir sebep göremiyordu. Bu sırada müstakbel olay yerine varan Franz, Ahtem’in uzay çağının gerçekten gelmiş olduğu gerçeğini bu konuşmayı yapmanın ne kadar gereksiz olabileceği ve bu konuşmayı tekrar etmenin ne kadar korkunç sonuçları olabileceği gerçeğiyle birleştirdiği konuşmasını bölmemek için bitirmesini bekledi. Sonra sakince “Şuradaki kadınlar, kimin nesi ve neden bu kadar ilkel hissettiriyorlar baba, biliyor musun?” diye sorusunu direkt olarak Kasket’e yöneltti. Kasket ise bu kez ellerinin altında yiyecek veya içecek bir şeyler olmamasına, ne dolu ne boş sigaralarının bile olmamasına üzüldükten sonra bahsedilen spesifik teyzelere uzaktan bir bakış atıp soruyu cevapladı. “Yanılıyorsam beni düzelt Ahtem, ama bunlar Egeli teyzeler olmalı. Konuşmalarını çok seçemesem de konuşma hızlarının ne kadar yüksek olduğunu fark edebiliyorum, üstelik kıyafetleri de kendini ele veriyor ancak tabi konuşmalarına kıyasla eşsiz olan özellikleri kesinlikle kıyafetleri değil. Öte yandan, içgüdülerim bana bıyıklarının da olabileceğini söylüyor. Sanki o bıyıkları görebiliyor gibiyim ancak bu mesafeden bunu yapmam imkansız olurdu. Egeli teyzelerle ilgili dikkat etmen gereken ilk şey sana kilo aldırmak istemeleridir. Bu seferki temasımız kaynaklarımızın nispeten kısıtlı bir yerde olsa da buna aldanmamalısın, hazırlıklı gelmiş olabilirler.” Kilosunun gayet iyi olduğunu düşünen Franz, kimsenin cevabını bilmediği soruyu soracaktı. “Neden kilo almamızı istiyorlar?”

                Duydukları sorunun ne kadar kaçınılmaz olduğunu unutmuş gibi gülen ikili, resmen toparlanarak cevap verebilmek için uğraşıyorlardı. İlk toparlanan Ahtem oldu, “Hep bunu merak etmişimdir, asla cevabını alamadığım hatta bırak almayı, almaya dahi yaklaşamadım. Araştırmaya nereden başlayacağımı bile bilmiyorum, yine de celladına aşık olma sendromundan kurtulamayarak hayatımı bir gün bu sorunun de cevabına ulaşabilecekmiş gibi yaşıyorum.”

                Duyduğu cevap karşısında ciddiyetini yitiren Franz, bir süre güvercin gibi sağa sola bakıp etrafta adımladı, ancak adımları güvercin gibi değildi. Az önceki olaydan fazlasıyla eğlenmiş olan Kasket, günlerine biraz renk katabilmek için Ahtem’i doldurmaya karar verdi. “Madem sorunun cevabını çok merak ediyorsun, neden gidip onlardan öğrenmeye çalışmıyorsun Ahtem?” Kasket, gülmeden konuşmasını sürdüremedi ve biraz daha gülüp ekledi, “Araştırmaya özneden başlamanın en mantıklısı olduğunu düşünüyorum şahsen.” Bu kez soluklanmak için duran Kasket, neyse ki bir yere yaslanmam gerekmiyor da yalnızca gülmekten yoruluyorum, sanırım bir ruh yalnızca gülebiliyormuş, diye düşünerek kendi dolabını bulup yerleşmenin zamanının geldiğini düşünüyordu. Tam bu sırada Ahtem, zulasından tütün çıkarıp sarınca Kasket de istedi, Franz istemekte çekindiyse de istedi ancak neden çekindiğini fark edemedi. Dolapların olduğu odada sigara içme yasağının ne kadar mantıklı olduğunu tartışarak dışarı çıktılar ve duman dostu olan bir alan aramaya başladılar, maalesef bu kez teras veya balkonları yoktu.  

HİÇ DE MASKÜLEN HİSSETTİRMEYENLER

                Üçlü, koridorlarda rastgele ilerleyerek kafalarına esen kapıların arkasından bakıp canlarının istediklerinden içeriye bakmaktan fazlasını yapmak için girerek turlar atıp beğenmediklerini eleştirerek ve haşin yargılarını üzerine yağdırarak geçtiler. İçlerinden hiçbirisi bu yaptıklarından dolayı zerre pişmanlık hissetmiyordu, veya herhangi bir sorgulamaya tabi tutmuyordu. Üçü de yaptıklarının kimseye zarar vermediği ve odaların ruhunun olmaması gerektiği konularında hemfikir olmuşlardı, ancak bu fikir birliği herhangi bir iletişime dayalı gerçekleşmemiş, bir kanun gibi kabul edilmişti aralarında. Yalnızca Franz, bir mafyadan kaçtığı sırada bu anı hatırlayıp bunun sebebini düşünecek vakti bulduğunda sebebinin aralarında zaten bir ruhun olması olduğuna karar verecekti.

                Nihayet sigara içecek bir yer bulduklarını düşündülerse de bu kez de girdikleri yerde duman sensörü olduğunu fark ettiler. “Herhangi bir yurt odası gibi şu tavana baksanıza, metrekareye bile bir taneden fazla düşüyor, ödeneklerden gerçekten kaçınmamışlar!” diyen Ahtem’e  ağzı açık bir şaşkınlıkla baktıktan sonra Kasket, oğluna döndüğünde onun da yüzünde aynı ifadenin olduğunu görerek epey mutlu hissetti. Ancak bu mutluluğun buraya ait olmadığını düşünerek kafasını az önceki olan şeye vermek istedi. “Gerçekten öyle, burada da sigara içemeyeceğiz belli ki” diyerek kapıya yönelmesiyle oğlunun onu tutması bir oldu, “Ne yani baba, ödeneklerin yanlış yerlere harcanmasından bahsetmeyecek miyiz, yozlaştığını gördüğüm yerleri eleştirmeyi bana öğreten sendin.”

                Neyle karşılaştığını anlamamaya devam ederken hava almaya da çıkamayınca Kasket, karşısındaki sorunla ilgilenmekten başka çaresi olmadığını kabul etmiş bir şekilde boş masalardan birine çıkıp oturdu, karşısına aldığı ikilinin ikisine birden yöneltti sorusunu, “Ne bu dünyayı kurtaracağız heyecanı, sakin olun sadece bir gezegen kurmaya gidiyoruz. Eğer bir şeyleri büyütmek istiyorsanız çocuk yapın.”

                Karşılarında bir soru olup olmadığını anlamamış bir şekilde birbirlerine bakan Franz ve Ahtem, bu bakışmayı pek yapmadıklarını fark edip karşılıklı hayıflandılar bir süre. Ancak ağzından çıkanların duman sensörleri dışında başka bir sensöre takılmamış olduğunu görünce biraz daha eğlence katmak istedi, söylediği şeyin gerçek olduğunu onlara göstermek için Ahtem’i evlenmeye ikna edecekti. Böylece gidecekleri yerin Adem ile Havva’sı olabilecekleri fikrini ona aşılamanın yeterli olacağını biliyordu ama bundan önce yapması gereken şey ona birini bulmaktı. Ne yazık ki pek şansı yoktu, etraftaki kadınların çoğu entarili teyzelerdi, hatta şimdiye kadar gördükleri her kadın ve bazı erkekler entarili ve yaşlıydı. Böylece birkaç saniye içinde aldığı kararın, burada bulunma amacına hizmet edeceğini ümit eden Kasket, Ahtem’in içindeki maskülen kadın arzusunu besleyecekti. Bu sırada aralarındaki hasret giderme etkinliğinin bitmesiyle Franz ve Ahtem, Kasket’e döndüler; Franz sordu, “Ne demiştin, aklımdan çıktı bir an için.”

                “Ödeneklerin doğru yönlendirilmesiyle ilgili konuşuyordum; aslında, ödenekleri kimin en iyi yönetebileceği hakkında sesli düşünüyordum. Varmak üzere olduğum yer de yaşlı, göbekli ve bıyıklı olmaya meyleden ve çoğunlukla dağlık arazilerdeki köylerde yaşayan teyzelerin bu ödenekleri en iyi yönetebileceği ihtimaliydi.”

                Haklı olabileceği ihtimali üzerinde tartışmaya devam ederek çıkıp bir sigara içtiler, ve bu sırada da neden koridorlarda hiç yetkili birilerine denk gelmediklerini tartıştılar. Ancak bir sonuca varamamalarının birkaç dakika ardından kapıdan içeri giren üniformalı olan ve Franz’ın hostese benzeteceği kadın girdi ve neden burada olduklarını sordu. Ellerindeki sigarayı göstermekle kalmayıp birer de duman almalarının ardından kadın onlara işleri bittiğinde kendi salonlarına geçmeleri gerektiğini ve orada az sonra önemli duyuruların yapılacağını söyledi. Teşekkür ederken bunu yine bir gösteriye çeviren Franz’la dalga geçmeleri bittiğinde salonda bir sessizlik olduğunu fark etmişlerdi.  

DÜZENSİZ DÜZENİN KARŞISI

                Herkesin kafasındaki soru işaretlerini gözlerinden çıkartmaya çalıştığı çok belli olacak şekilde etrafa baktığını fark ettiğinde Franz, bu duruma fazla anlam veremedi. Neden bu kadar çok soru barındırmak zorundaydı insan beyni, neden yalnızca olacak olanı bekleyip görmeye gelemiyordu; bunlar insanlıkla ilgili Franz’ın anlamaya daha yaklaşmayı bırakın uzaktan görememekten doğru yolda olup olmadığını bile anlayamadığı konulardı. Yeterince gözlem yaptığına ve bu toplulukta anlık olarak değişim yaratabilecek tek şeyin dışsal bir kuvvet olacağına karar veren Franz, yaptığı gözlemlere rağmen cevaplandıramadığı soruları babasına yöneltmek üzereydi, ama bunu babası olduğu için değil onu nispeten Ahtem’den daha parlak bir birey olarak görmesiydi, en azından buna kendini ikna etmişti.

-          Baba, sormak istediğim bir şey var. Laf olsun diye sormayacağımdan emin olabilirsin. Günlerdir gözlemlememe rağmen herhangi bir ipucuna bile erişemediğim bir soru; bu soruyu bir karınca olarak düşünseydik hani karıncaların artık yuvalarını tamamlamak üzere olduklarını söyleyebilirdik, kafamın içine yaptıkları ve bir tarafı güneyi gösteren bir yuva.

-          Tabi, yalnızca sorunu hemen sorsan iyi olur nitekim neden bahsettiğini unutmak üzereyim.

-          Tamam, sorum şu Dünya’daki insanlar nasıl insanlar, yani demeye çalıştığım şey neden bu kadar kafalarının dolu olduğu ve aynı şekilde neden sürekli kafalarına takacak bir şeyleri aradıklarını merak ediyorum. Üstelik hiçbir faydası olmayan durumlarda dahi, cevaplar arıyorlarmış gibi etrafa bakıyorlar. Yani cevap istemelerini anlayabilirim ancak neden etrafa bakıyorlar, cevaplar bir yerlerde mi yazıyor?

-          Cevapların bir yerlerde yazdığına yemin edebilirim ama ispatlayamam; öte yandan, bu soru benim de dünyalılarla ilk tanışmamda kafama takılmıştı. Aslına bakarsan hala bir cevap bulabildiğimi sanmıyorum; aptal ya da sersem olduklarını söyleyerek işin içinden çıkabilirdim ancak bu pek anlamlı olmazdı, özellikle oğlumla konuştuğumuzu düşünürsek. Bunu neden yaptıklarını bilmediğimden dolayı sana söyleyemem, yine de şunu diyebilirim, bu özelliklerinin çok temel bir noktaya dayandığını düşünüyorum.

-          Nasıl temel bir nokta?

-          İnsan ırkını insan yapan özellik gibi, bilinmeyen bir hammaddenin onların özünü oluşturduğu gibi bir teorim var. Bu teorimi dayandırabileceğim hiçbir yer olmasa da bana epey doğru hissettiriyor.

-          Ama herhangi bir dayanağın olmadığını söylüyorsun, bu durumda doğruluğunu nasıl hissedebilirsin, kahin gibi.

-          Haksız değilsin ama şunu dinle, ben de senin gibi düşünüyordum ancak hayatımda bir noktada nasıl olduğunu bilemediğim bir şekilde bu dürtünün içimde meydana gelmeye başladığını fark ettim. Bir içgüdü gibi, ancak konsept bağlamında fonksiyon gösterebilen bir içgüdü gibi. Yapabildiğim tek tahmin yaşımın ilerlemesiyle birlikte evrenin ruhunun bana layık gördüğü bir beceri olması oldu.

-          Yani evrenin ruhunun sana bunu söylediğini mi anlatıyorsun bana, daha anlaşılabilir bir açıklama beklemiştim, ama beklentilerin mutluluk getirdiğini kim söyleyebilir. Öyleyse ben incelemeye devam edeceğim. Hem biraz da emirler yağdıran hanımefendiye kulak versem fena olmayacak sanırım.

Bu sırada Franz’ın dediği gibi emirler vermek için, onlara daha önce de rastgelen kadın, odaya getirilmiş olan kasaların üstüne çıkarak herkesin görüş alanına girmekle kalmayıp önünde kalan herkesi de görüş alanın almıştı; önüne alamadıkları içinse kasaların kapının hemen önüne koyulmasını emretmişti. Böylece insanlara nerede olduklarını ve burada işlerin nasıl yürüdüğünü gösterebilmek için konuşmasına başlamıştı.

“Herkese merhaba, hepiniz hoş geldiniz; ben bu geminin emniyet ve güvenliğinden sorumlu kişi olarak görev alıyorum. Adım Derya Deniz, ve evet bir uzay gemisindeyiz. Uzay gemisinde olmanın getirilerinden bazıları insanlığımız için dezavantaj yaratan şeyler; bazı kurallara hiç alışılmamış kurallar olmalarına rağmen çok sıkı uymamız gerekmesi, bunlardan biri. Size bu maddeleri tek tek açıklamam, bu görüşmemizde olmayacak. Şimdi arkadaşlarım size birer broşür dağıtacak ve bu broşürde de bu seferlik açıklamayacağım kurallar yazıyor. Sizden isteğim kafanıza takılan soruları ve, tabi ki, önerileri not almanız. Yarın yine bu saatte görüşeceğiz.”

Karşılaştıkları şeyin biraz askeri olduğunu düşünen kişilerin oranı diğerlerine kıyasla beklenenden yüksek olsa da çok yüksek değildi. Teyzelerin bazıları okuma gözlüklerini çıkarıp hemen dokümanla ilgilenmeye başlarken bir kısmı sütyenlerinin içine saklamış geri kalanlarsa etrafa bakmaya devam etmişlerdi.

Muhterem üçlü ise hemen kuralların neler olduğuyla ilgilenmeye başlamıştı şayet sonunda kırabilecekleri birkaç kural olacaktı. Biraz genç hissetmek için güzel bir zaman olduğunu düşünerek Ahtem, kabaca geçirdiği günlere, son birkaç aya bakıp kendi kendine söylenir gibi düşünmeye başladı, “lan ne kadar uzun zamandır yalnızca yaşlanmaktan başka bir şey yapmıyorum, sürekli aynı işleri yapıyor oluşumu kenara bırakarak söyleyebilirim ki, yeni bir şey yapmak istemeyi bile istemedim. Açıkçası, hayattan elimi eteğimi resmen çektim. Belki de Kasket gibi yakın bir dostumun aldığı karar, son yaşadıklarımızın beraber olduğunu düşünürsek, benim de almam gereken bir karardı ancak yeterince cesur ya da allahsız olamadığımı için belki de bunu yapamadım. Şimdiyse benden daha cesur olan arkadaşım, gittiği yerden beni kurtarmaya gelmiş. Hazır gelmişken de oğluyla vakit geçiriyor tabi çakalın da işine gelmiyor değil. Belki de bu ikiliyi rahat bırakarak hayatıma devam etmemin zamanı gelmiştir. Belki de birini bulmanın zamanı gelmiştir. Belki de çocuk yapmanın zamanı gelmiştir.”

Düşüncelerinin bir kahkahayla bölünmesine gayet memnun görünen Ahtem, “Ha, Ne oldu?” diyerek Kasket’e bakıyordu. “Sadece kuralların ne kadar ilkel olduklarıyla eğleniyordum, önemli bir şey değil” diyerek Kasket gülmeye biraz daha devam etti. Bu sırada Franz da kuralları okumaya ve bazıları hakkında bunlar gerçekten gerekli miydi, sorusunu sormadan devam edemiyordu. Kurallara göz atmanın en mantıklısı olacağını düşünerek Ahtem de elindeki broşürü incelemeye başladı. Kurallar şöyleydi;

Kimse kimsenin eşyasına, malına veya sahip olduğu diğer şeylere haksız şekillerde göz dikmeyecek.

Herkes herkesin arkasından konuşmakta özgür ancak arkasından konuştuklarınızı kişinin yüzüne de söylemelisiniz.

Tuvaletler cinsiyetsizdir ancak kabinler birer kişiliktir, ikiden fazla kişinin aynı kabine girdiğini gördüğümüzde bunun hazcılık olduğuna karar vererek sizi cezalandırma hakkımız var.

Yemek saatlerimiz epey esnektir; eğer servis başlamışsa istediğiniz saatte yemeğinizi alabilir ve istediğiniz saatte, gerekirse tekrar ısıttıktan sonra, yemeğinizi yiyebilirsiniz. Yemek için zorunlu olmamakla birlikte bir yemekhanemiz vardır ve yemek servisi buradan yapılacaktır.

Çay, kahve, süt, ayran gibi meşrubatlar dışında tütün ürünlerini de içeren otomatlar neredeyse her köşe başındadır ve bunlardan alışveriş yapabilmeniz için sizlere dağıttığımız çipli metal kartları kullanabilirsiniz, hesabınız tutulacak ve medeniyetin getiri sağlamaya başladığı andan itibaren geri ödemeleriniz başlayacaktır. Tütün ürünlerini tüketebilmeniz için aynı metal kartı, odaya girerken okutursanız yangın alarmı kısa süreliğine devre dışı olur. İstediğiniz yerde içebilirsiniz.

Kimse kimseye rahatsızlık vermeyecek, kimse kimsenin haklarının çevirdiği alana izinsiz giriş yapamayacaktır.

Kartınızın açabileceği bütün odalara istediğiniz gibi girip çıkmakta serbestsiniz, ancak bir odada içerdekiler özel kodlardan birini kullandıysa buna saygı gösterildiğinden emin olmak için kapılar içerdekilere hizmet edecektir. Yani bir odaya giremiyorsanız bunun tek sebebi orayı birilerinin çoktan işgal etmiş olmasıdır.

Uyumanız için size verilmiş olan yatakları kullanmanız, kurumumuzun tavsiyesidir. Bir yatakta, sağlıklı bir şekilde, en fazla üç birey yatabilir. Yatakların dinamik yapılarının bozulmaması ve dolayısıyla kendi sağlığınız için bu sınıra uymanızı şiddetle tavsiye ederiz.

                Hepinize iyi yolculuklar, görüşmek üzere.

SINIRLI SAYIDA FLÖRT

Kuralları okumayı bitirmiş ve neredeyse hiçbir şey öğrenmemiş olan ekip kendi arasında geyik çevirerek vakit öldürmeye devam ediyordu. Bu sırada kimsenin haberi olmadan geminin kaptanı bir puro yakmış, geminin durağan haldeki uzayı yararak ilerleyişini seyrederek çocuklarını hatırlıyordu. Onları getirip getirmeme konusunda epey kararsız kalmış ama en sonunda eşinin de ısrarıyla bu riski almamaya karar vermişti. Nitekim herkesin telef olması da bu projede ihtimaller dahilindeydi, ancak bunun ciddiyetini görmezden gelerek sadece sorumluluklarının tamamını yerine getirmekten başka bir aksiyon, bu aksiyonu alanın akıl sağlığını yıpratacağı için bütün mürettebat bu tip aksiyonlar almaktan kaçınıyordu.

Herkes yalnızca yapması gerekenleri yaparak haftalar geçirdikten sonra mürettebatta bazı problemler çıkmaya başlamıştı. Gemiye birkaç tane de terapist alınmış olmasına en çok sevinenler, gemideki baş mühendislerdi. Bir aksilik çıkmadıkça sadece her şeyin yolunda gidişini seyretmekle yükümlü olan bu ekip, sorunsuz geçen birkaç haftanın ardından sorunun ta kendisi haline gelmeye başlamıştı. Terapistlerle yapılan birkaç seanstan sonra rahatlamayı sekste bulan ekip, gemide bir barın da olmasına memnun kalmıştı. Akşamları insanların toplandığı bu bar, herkesin en çok özlediği hayatın en ilk oluşumu gibiydi; nerede olduklarını unutabildikleri ama alkolün sınırlı olmasından dolayı günlük bireysel tüketime gemi yönetiminin koyduğu limitin buna bir nebze engel olduğu bir oluşumdu. Normalde tabi alınabilecek alkolün tek limiti, orada yaşayanların çoğu için, cüzdanlarındaki nakitti.

Bu bar akşamlarından birinde Ahtem, kutsal ruh ve oğulun yanındaki üçüncü olmaktan sıkılmıştı biraz ve yalnız zaman geçirmesi gerektiğine karar vermişti. İnsanlar artık hayatlarına renk katmaya çalışırken yaptıkları değişiklikleri çaresizce bu kadar minimal seviyelere indirmişlerdi. Ahtem de bu akıma katılmıştı.

Barda oturmuş etrafı keserek düşünüyordu, “Bunca zamandır birilerini arıyorum ancak uzaktan bakarak ilgimi çeken tek kişi, adını bile bilmediğim yalnızca arada bir otoritenin yapması gereken açıklamalar olduğunda gördüğüm o kadın; pek erişilebilir görünmüyor. Geri kalan kadınların da benim yaşlarımda olanların hepsi birer Ege teyzesine dönüşmüş olan kadınlar. Belki de dış görünüşü yargılamayı bırakırsam bir gelecek inşa etmeye başlayabilirim.”

Düşüncelerini bölen şey ağzına götürdüğü boş bardak oldu. Son bir içki hakkı olduğunu hatırlayabilecek kadar ayıktı; ancak düşüncelerinin nerde kaldığını hatırlayacak kadar değildi. Daha fazla hesap kitap yapmamaya karar vererek etrafına göz gezdirmeye başladığında insanların çoğunlukla üçlü beşli gruplar halinde oturduğunu ve yer yer de bu gruplardan birkaç tanesinin bir araya gelmiş ve daha kalabalık masalarda oturduğunu gördü, gruplar ilgisini çekmeyince bakışlarını kendisinin de oturduğu bara yöneltti. Kimseye bakmadan bütün bara göz gezdirmesinin ardından dikkatini ilk çeken kadın, kendisinden üç tabure sağda oturan ve keyifle purosunu içerken kokteylinden yudumlar eşliğinde Ahtem’in de yaptığı gibi etrafı izleyen kadın oldu. İçkisini alıp yanına gitmeye karar verdi, biraz laflamak istiyordu.

“Oturabilir miyim?” diyerek kadının solundaki boş tabureyi hedef alan Ahtem, bu soruyu ne zamandır sormadığını hatırlamaya çalışan beynine bunu yapmaması konusunda anlaştıklarını hatırlattı. “Boş görünüyor, bir deneyin isterseniz.” Diyen kadının mizah mı yaptığını yoksa sadece kendisini korkutup kaçırmaya mı çalıştığını anlamayan Ahtem, bunun kaliteli bir mizah olabileceği varsayımıyla oturdu.

Uzun zamandır bunu yapmadığını fark eden Ahtem, ‘buralara sık gelir misiniz’ gibi klişelerden uzak durma kararı alarak oturmuştu. “Burada yaşadığımız hayat gerçekten çok ilginç, tıpkı bir karantina gibi.” Diyerek karşısındakiyle ortak bir zeminde buluşup buluşamayacaklarını görmek istedi. “karantinaya benzetmek hiç aklıma gelmemişti, öte yandan bu benzetmeyi kendim yapamadığıma üzüldüm, çünkü çok haklı.” Diyen kadın da Ahtem’e en az onun kadar sıkıldığını göstermek için içkisini eline alıp sallamaya başlayarak devam etti, “Bir karantina bu kadar sıkıcı olabilir miydi tabi, bundan emin değilim. En azından kendi evimizin konforunda olup yeni şeyler yapabilirdik. Burada yeni şeyleri sadece düşünebiliyorum ben.” Nihayet oynayacak bir oyun olduğuna sevinen Ahtem, elindekinin son içkisi olduğunu unutmuş, aç gözlü bir yudum aldı. “Şahsen ben yeni şeyler düşünebilmek için yeni deneyimlere ihtiyaç duyarım hep. Hiçbir yeni deneyim edinemiyorsam da başka deneyimleri dinleyip hayal ederek yaratabilirim.” Pek fazla içkisinin kalmadığını yeni hatırlayan Ahtem, bozuntuya vermeden artık daha küçük yudumlar alma kararını uygulamaya geçirip devam etti, artık alkolü kokluyordu neredeyse, “Şuna bakın elimizdeki içkiler bile sınırlı, istediğimiz kadar içerek kendimizi eğlendirmemiz yasak. İnsan düşünmeden edemiyor, gerçekten kocaman bir uzay gemisine alkol alırken bu kadar kısıtlı mı olmak gerek?”

Kadın sohbetten aldığı keyfi saçıyla oynayarak yansıtırken cevapladı, “Özel bir şirket bu kadar zor yönetirken hayal etmekte başarısız olduğum şey ya gerçek bir karantina olsaydı da devletler bununla baş etmek zorunda kalsaydı kim bunu nasıl yönetirdi?”

Sorulmuş olan sorudan aldığı keyfi dışarıya fazla vermemeye çalışarak cevapladı Ahtem, “Muhtemelen en iyi yönetenler kuzey Avrupa ülkeleri olurdu, ancak bu gemiden daha kötü yönetebilecek birçok ülkeden birisi, tahmin edersin ki Türkiye olurdu. Muhtemelen her şeyi yasaklayarak insanları evlerinde kafayı yemeye mecbur bırakırlardı.”

Verdiği cevabın ciddiyetini fark ederek hemen toparlama girişimine başlarken son yudumlarından bir tane daha eksiltti, “en azından doğası güzel olan yerlerde yaşayanlar için kafalarını dinlendirebilecekleri bir süreç olabilirdi bu. Düşünsene bir göl evin varmış ve karantina başladığında oraya gidiyorsun, aylarca kalabilirdim öyle bir yerde.”

“Tabi harika olurdu, ama birkaç aydan sonra yine de sıkılmaya başlardım ben. Büyük bir ihtimalle kendi kendime ekmek yapmakla başlayıp mutfakta vakit geçirmekle öldürürdüm birkaç ayımı. Daha sonra benzer konseptlerde birkaç alanı daha taradıktan sonra bunun faydasız olduğuna ikna olarak ümitsiz bir şekilde bunun biteceği günü beklerdim galiba.”

“Eğer bir yılı görecek olsaydı gerçekten dediğin gibi olurdu. Bir yıldan uzun bir karantinayı kim kaldırabilirdi ki, beyaz sarayda veya cumhurbaşkanlığı sarayında yaşayanlar bile sıkılırdı. Ejderha meyveli smoothie’lerin bile sıkıcı olabileceği bir nokta olurdu.” Aldığı yudumla içkisini bitirdiğini fark eden Ahtem, karşısındaki kadınla henüz tanışmadığını fark etti. “Bu arada ben Ahtem.” Derken kadının gözlerine bakarak ruhunun içini görmeye çalışıyordu, anlamak istediği şey ise bunun tekrar edip etmeyeceğiydi. “Serra ben de.” Diyen kadın Ahtem’e aradığı şeyi vermemiş, onu havada asılı bir toz tanesi gibi bırakmıştı.

Havada asılı kalmak yerine gezinmeyi tercih eden Ahtem, iyi akşamlar diledikten sonra tekrar görüşmekten bahsetmeden bardan çıktı. Hiç flört etmeden geçirdiği çok uzun sürenin ardından hiç de fena iş çıkarmadığını düşünerek uzanıp rahatlayabileceği bir koltuk buldu ve geceyi orada geçirdi.

AKITAMAYANLAR

                Ahtem, çıktığını söyleyebileceği randevudan sonra kafasını bir türlü toplayıp hayatını devam ettirme kapasitesini gerçekleştiremiyordu. Sürekli kendisinin civarında gezen saz arkadaşlarına salça olmaya çalışarak vakit geçirmesine rağmen epey tuzsuz ve baharatsız bir salça olarak tek başına çoğunlukla ilham verme konusunda çıtanın altında kalıyordu.

                Franz ise günlerini etrafını gözlemleyerek geçirmeye devam ediyor, uzun zamandır bu kadar kalabalığın içinde bu kadar kalabalıkla vakit geçirmeye kendini alıştırmamış olmasının ekmeğini yiyebiliyor olmak istiyordu, ancak bu mümkün değildi. Aşağı yukarı doğduğundan beri izole bir hayat yaşamaya alışık olmasından olduğuna düşündüğü küçük bir asosyal çekirdek taşıdığını düşünüyordu. Haksız olmadığını da bunu babasına açtığında anladı, aralarında geçen konuşma kısa ve öz bir şekilde şuna benziyordu;

-          Baba sosyal hayat konusunda ne düşünüyorsun?

-          Pek bir şey düşünmüyorum, açıkçası sosyal hayatın üzerine düşünülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca işler çok kötüye gidiyorsa düşünebilirim, nitekim uzun zamandır olmuyor bu da.

-          İşlerin kötüye gitmesinden kastın nedir?

-          Bilirsin, sosyal hayatının olmamaya başladığı nokta. Yalnız kalmak istemek anlaşılabilir bir şey ancak ıssız bir izolasyonun içinde kalmak her zaman gönüllü bir şekilde gerçekleşmiş olmayabilir.

-          Yani işlerin kötüye gitmesi, ıssız izolasyonun içinde kendini bulmaya yaklaşmış olman mı?

-          Aşağı yukarı, evet, bunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu ıssızlığı insanların kiminin kendileri de isteyerek kendilerini maruz bıraktıkları görülmüş bir şey. Biraz Nietzschevari bir durum bence bu. Kafayı sıyırıp yeniden giymek için güzel bir fırsat.

-          Peki sen kendini ne sıklıkla atıyorsun bu duruma?

-          Pek sık attığımı söyleyemem özellikle artık bir ruh olduğumu göz önünde bulundurarak söyleyebileceğim tek şey, eskiden işlerin ters gittiğini gördüğümde yaptığım ve ‘gidişim sessiz ancak dönüşüm muhteşem olacak’ dizesini sık sık dillendirdiğim bir dönemdir. Sanırım bunu en son yaptığımda yaparken öldüğüm işe yeni başlamış, ilk birkaç seferimi düzenlemiştim, adapte olamadığım koşullarda kabuğuma çekilip koşulları uzaktan daha iyi izleyerek daha sağlam yargılarımla daha sağlam aksiyonlar alabilmeye yaradığını düşünüyorum.

Bu konuşmanın ardından anladığını belirten Franz, kendi kabuğuna çekildiğinde hangi yargıların üzerine nasıl şeyler inşa edeceğini kavramaya çalışarak ayrıldı olay yerinden, ve birkaç haftayı bu yargıları tasarlamaya ayırarak harcadı.

Kasket ise bu sıralarda kendine yaratabileceği bir meşgale bulmaya çalışarak arkadaşının aşk hayatını gözüne kestirmişti. Ne Ahtem’in ne de flörtleşmeye çalıştığı insanların farkında olmaması için pek de ekstra efor sarf etmesi gerekmeyen Kasket, bir ruh olarak kimi zaman gaipten sesler şeklinde kadınlara telkin yapıyordu kimi zaman da Ahtem’e hiç de gaipten olmayan ama epey dostane olan sesler halinde onu şişirebilecek ve aksiyon alma cesaretini gösterebilecek bir Ahtem’e dönüştürmeye çalışıyordu.

Tam da Franz’ın kendini kapatmasından çıktığı haftaya denk gelecek şekilde bir gün, Ahtem, yemekhanede birlikte yemek yediği kadının ismini öğrendiğinde uzun zamandır konuştuğu hiçbir kadının ismini öğrenmemiş olduğunu fark etti. Kasket bunun epey farkındaydı, Franz hiç oralı değildi; tanıştığı kadınların hepsi bunun farkındaydı ancak bir şey dememeyi seçmişlerdi ancak Ahtem, birkaç ay sonra fark etmişti bu alışkanlığını.

Bu alışkanlığın bir dürtü olarak baş gösterdiği varsayımıyla neden bunu yaptığını anlamak için kendince yürüttüğü küçük analiz şöyle gitmişti, “Tanıştığım kadınların isimlerini öğrendiğimde muhtemelen onları başkalarına benzetemeyecek ve hayalimde kurduğum kişi olmamaları gerçeğiyle yüzleşecektim. Bu sırada, en azından, çok uzun zamandır uzak kaldığım kadınların dünyasına ve kadın ilişkilerime yeniden adapte olabilecektim, ve böylece kimsenin ismini almadım. Ta ki, hayalini canlandırdığım kadının tamamlanması ve ona ihtiyacım olmadığını, muhtemelen bilinçaltı bir şekilde, fark edene kadar; bu noktada artık tanıştığım kadınların gerçek olmalarını isteyerek onların isimlerini de öğrenmek istedim, ve buna Firuze’yle başladım.”

Ahtem’in yaptığı alın çatlatan analizin sonucunda haklılığını ortaya çıkarmış olması kendisini epey memnun etmişti, arttırılmış bir farkındalığa erişmenin yarattığı bahar gelmiş hissini her zaman sevmişti. Ancak farkında olmadığı şey, aynı amaca hizmetle tanıştığı son kadının Firuze olacağıydı. Böylece ortaya çıkacak olan pişmanlık hissi, onu zaman içinde ele geçirdi ve özür dilemek istediği tüm kadınlara olan düşkünlüğünü ve onlara karşı hissettiği sevgiyi Firuze’ye yansıtacaktı.

LOGOSLAR EROSLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR-1

Ahtem ve Firuze’nin birlikteliğinden doğan tek soru işareti vardı, acaba uzaya giden bir roketin içinde düğün yapabilir ve evli ilan edilebilirler miydi?

Tabi ki evlenmeleri ve düğün yapmaları olabildiğince mümkün kılınmış olacaktı, en azından yöneticilerin bir kısmı tarafından; nitekim girdikleri iddiayı kaybetmek üzere olan yönetici grubu düğünü engellemek için bir süre efor sarf etmişlerdi ancak muvaffak olamamışlardı. Girdikleri iddia ise birkaç dala ayrılıyordu; rokette evlenen olur muydu, ya da hepten kimsenin zorlaması olmadan evlenen olur muydu.

Nihayetinde ellerindekileri toplayarak düzenledikleri düğünde Ahtem ve Firuze, Yeşilçam olabilecek her şeyden kaçınmaya çalışırken yeterince modern bir atmosferin içinde oldukları için de fazla yenilikçi şeyler gerçekleştirememişler, kısmen ‘steampunk’ bir düğün yapmışlardı.

Evliliklerinde en sık tembihlendikleri şey, özellikle üst merciler tarafından, rokette çocuk yapmamaları gerektiğiydi. Zaten kaynakların kısıtlı olduğu gerçeğinin yanında bir de bir doğum için tıbbi desteği sağlayıp sağlayamayacağından emin olmayan revir bölümü ortaya çıktığında Ahtem de Firuze de korunmaya ikna olmuşlardı. Öte yandan Ahtem de biraz evlilik halinde bekleyip baba olmamayı planlamak için haklı sebeplere sahipti.

Evlendiğinde nasıl birine dönüşeceği hakkında hiçbir fikri olmayan Ahtem, kendini gözlemlemenin zorluğuyla her gün yüzleşiyordu. Kontrolü kaybettiği anlar, yavaş yavaş an olmaktan çıkarak süreçlere ve dönemlere dönüşmeye başladıklarında dayanamayıp eski dostu Kasket’le bunu değerlendirmeye almak istedi, nitekim çevresinde pek sık rastlamadığı bir çift göz vardı onda ve genellikle olağanın dışındaki tutumları anında fark etmesiyle bilinirdi.

Kasket’in bu konudaki yorumları, Ahtem’in gerçekten vasat bir koca olmuş olması ve bunun pek de şaşırtıcı olmaması dışında bir de Ahtem’in eski renkli hayatını özlemeye şimdiden başladığı yönündelerdi. Eski renkli hayatının elinden gideceği gerçeğini hiç fark etmemiş olan Ahtem, biraz hayıflandığı bu durum karşısında penaltının atılmasını bekleyen kaleci gibi kör tahminler yapıyordu. Yaptığı bu kör tahminler ise onu genellikle yalnızlığa ve renksizliğe terk ettiği için Ahtem ne yapsa ne etse hayatına o rengi geri getiremedi, ve zaman içinde renksiz bir karakter olmaya alıştı.

Her gün yaptıklarının aynılığı karşısında artık şaşırmayan ve aynılığa verdiği tepkinin de aynılığın kendisine dahil olması kendisini, bir müddet, epey bir yıprattıysa da arkadaşlarıyla hala görüşebiliyor ve onlarla bir şeyler içmeye çıkabiliyor olması doğan açığı kapatıyordu.

Aynı şekilde bir şeyler içmeye ve biraz eğlenerek eski günlerine dönmeye çalıştığı akşamlardan birinde, Ahtem ve Franz arasında şöyle bir diyalog geçmişti:

Aldığı alkolün miktarının sürekli aynı olmasından dolayı artık akşamları son içkisini içerken çakırkeyif olmaya başlayan Ahtem, “Franz, sence evlilik bana yaradı mı yaramadı mı? Ne diyorsun, çünkü bir uzaylı olduğunu göz önünde bulundurduğumda bana sunabileceğin bakış açısının en eşsiz olacaklardan biri olduğuna inanıyorum.” Karşısındakini dinledikten sonra bir an için soruyu sindirmeye çalışan Franz’ın konuşmasını beklerken oluşan sessizliği yan masadan bir teyzenin hapşırması bozdu, devamında yarılmış olan sessizliğe bir darbe de Franz’dan geldi, “Yarayıp yaramaması konseptinde değerlendirmeye çalışman bence yanlış, bunun yerine seni hangi yönlerde geliştirip hangi yönlerde daha dar birine dönüştürdüğünü değerlendirmek istiyorum ben.” İçkisinden aldığı yudumun verdiği hazza doyduktan sonra devam etti, “Öncelikle seni daha uzun vadeli planlar yapabilen birine ve kısa vade şartlarına adapte olma konusunda da gelişmiş birine dönüştürdüğünü söylemeden edemeyeceğim. Artık aldığın alkolün veya içtiğin sigaranın değerinin daha farkındasın, aldığın hazların ne kadar esaslı şeyler olduğunu görüyor gibisin; öte yandan, uzun vade planları her ne kadar yapıyor da olsan şu an için gerçekleşen herhangi bir tanesi olmadığından sanırım küçük bir paranoya deneyimliyorsun. Bu paranoya tahmin edersin ki seni geriye çekiyor, belki de eski günlere dönme hayalini kurmanın sebebi de bu paranoya olabilir.” Yaptığı uzun açıklamanın nerede biteceğini, bitene kadar, Franz’ın kendisi ve Ahtem’in dışında yan masada hapşıran kadın da kulak kabartmaya başladığı andan itibaren merak etmiş, kulak kabartmaya devam ederken tam da ‘paranoya’ vurgusunun yapıldığı sırada sandalyesinden düşmüştü; bu olana pek de aldırmayan Ahtem, daha büyük problemleriyle ilgilenmeye devam etmek istiyordu, “Haklı olduğun birçok noktası olan bir analizdi. Ancak, evliliğimle ilgili bir gariplik var. Firuze’yle yalnız ikimiz kaldığında gerçekten mutlu hissediyorum, hayatımın sonuna kadar orada öylece dikilebilirmişim gibi geliyor, yarı trans hali veya hipnoz gibi bir şey, ama, onun yanından ayrıldığımda ne gerçek dünyaya dönebiliyorum ne de onun yanına.. demeye çalıştığım ilginç bir bağımlılığa dönüştü bu benim için. Neye bağımlı olduğumu dahi anlayamadığım bir bağımlılık, öte yandan da bağımlılıklarla mücadele konusunda o kadar da iyi birisi olmamam, gözümü biraz daha korkutuyor.” İçkisine baktığında kalan son yudumla bir görüşmesi olduğunu fark etti, bu görüşmeyi gerçekleştirdi ve konunun daha yeni başlıyor olmasını aklında tutarak iç cebinden çıkardığı puroyu yaktı. Bu sırada Kasket, dayanamamış diyaloğu bölerek konuşmaya dahil olmuştu, “Bana sorarsan evli olmayı kabul etmenin anlaşması bu, iki farklı hayatı sürdürmeyi kabul etmek. Birincisi eşinle yalnızca ikinize ait olan hayatken diğeri eşinin yalnızca arkanda, düşüncelerinde olduğu ikinci bir hayatı sürmek; sanırım üçüncüsünü unuttum, baba olduğunda eklenen kişiyle birlikte deneyimlediğin genişletilmiş evlilik. Böylece üç yapıyor. Belki de bir dördüncü hayat, üçünü de bir araya getirebildiğin mucizevi ve ilahi bir hayattır.” Göz ucuyla, bir kez hapşıran bir kez de sandalyesinden düşen kadını kestikten sonra Kasket, devam etti, “Açıkçası benim bu projede ne kadar başarısız olduğumu gördünüz, ikiniz de. Evlilik hayatının hiç bana göre olmadığını fark ederek işime odaklanmıştım. İşime odaklanıp dışarda yalnız olduğum hayatı yaşadım ve bu hayatın beni çok zorladığı noktadaysa kurduğum yuvaya dönmek yerine tanrıların bana kurduğu yuvaya dönmeyi yeğledim. Tabi, başarısız mıydı yoksa hayal edilen dördüncünün sadece biraz ‘orada olmayan’ hali miydi, buna karar verebileceğimi sanmıyorum.” Mevcut konu dahilinde galakside bir karar mekanizması olarak değerlendirilebilecek birkaç kişiden biri olan Franz, topu devraldı, “Başka babaları gözlemleme fırsatım olduktan sonra, baba, sana olan bakış açımın değiştiğini söyleyebilirim. Açıkçası, ilk başlarda gerçekten da vasatın epey altında olan, sorumluluklarından kaçan, yalnızca eğlenmeye çalışırken kazara aile kurmuş birine benzetiyordum seni. Diğer babaları da gözlemledikten sonra fark ettiğim şey, senin yalnızca başarısızlıktan korktuğun için aileye uzaktan babalık yaptığın oldu. Bu bağlamda seni değerlendirdiğimde gerçekten suçlayamıyorum. Birisi ne kadar iyi baba olacağını baba olmadan göremez. Kendi çapında başarılı bir baba olduğunu söyleyebilirim; ve bence önemi olan tek şey de bu, kendi çapında iyi bir baba olabilmek.”

Böyle bir konuşmayı babasıyla yapmayı epeydir bekleyen Franz, benzer konuşmaları yapıp bitirdiğinde babası genelde oradaki varlığını devam ettirmediği için bu kez oluşan tezat karşısında nasıl bir reaksiyon vereceğini pek kestiremedi, elini sıkmak için babasına davrandı. Kasket de aynı durumdaydı ve baba oğulun birbirine kaçınılmaz benzerliğinin ortaya çıktığı bir sahne gerçekleşti, el sıkıştılar. Konuya devamlılığı sağlamanın kendi işi olduğunu düşünerek Kasket, Ahtem’e konuşmaya başladı.

“Sanırım buradaki esas konumuz birilerine ait olabilme becerisi, aklımda olsaydı inanın birkaç filozof ya da psikologdan alıntı yapmak isterdim şimdi ama kafam kazan gibi olduğundan yapamıyorum.” Bunun yerine kendi fikirlerinden bir sentez yarattığında şu an bilinç seviyesine çıkaramadığı bilgilerin de kendini göstereceğini hatırlayan Kasket, boğazını temizleyip devam etti. “Birilerine ait olmak benim için her zaman zor bir işti. Kendiliğime olan bağlılığımın önüne kendi başıma geçmeye çalıştığım her seferinde, kendi işimin haksızlıklarıyla dikkatim dağılarak kendime olan bağlılığımı pekiştirmeye ve yenilemeye çalışarak daireler çizerken bulmuştum kendimi. Bu denklemde kendini başka bir kendilikle bir kılabilmek için, sanırım, önce benim olan kendilikten vazgeçmem gerek, daha sonra aslında tam olarak yakıp yok etmediğim eski kendiliğimi birleşmesi gereken ikinci kendilikle- sevgilimle, eşimle ya da çocuğumla- birleştirebilmek için kendime bir üst kendilik de yaratmalıyım. Böylece bu birleşmenin sorumluluğunu alırken yine aynı birleşmeyi mümkün kılabilecek bir geçici kendilik koltuğundan süreci idare edebilirim.”

Kurmaya başladığı fikrin tamamlandığından emin olmaya çalışarak Kasket, bir an duraksadı, söylediklerini kafasında tarttı biçti ve tamamlandığına inandı. Ahtem, duyduklarının ne kadar haklı, karışık ve gerekli oldukları gerçeğiyle yüzleşmeye çalışırken söylenenleri unutmamaya çalışarak arkasına yaslandı ve purosundan uzun uzun dumanlar çıkardı. Franz ise babasıyla gurur duymaktan daha iyi yapacak bir şeyi olmadığına üzülürken aklına gelen bir fikirle şaşırdı. Bu şartlar altında babasıyla olan rekabetinin epey zorlu olacağını ve onu yenmesi için de gerçekten ciddi çabalar ortaya koyması gerektiğine ikna olmuş bir şekilde nereden başlayacağını düşünmeye başladı.

LOGOSLAR EROSLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR - 2

“Bir kişiye sevgi duymak barbarlıktır: çünkü tüm geri kalanların zararına uygulanır. Tanrıya duyulan sevgi de öyle.” Dizelerini, yanına aldığı ve ara ara bakmaya niyetlendiği “İyinin ve Kötünün Ötesinde” kitabını amacına uygun kullanırken gördüğünde, Ahtem, kendini kutsal kitaptan kendisine konuşulduğunu iddia eden bunaklar gibi hissetti. Onlara her zaman bunaklar demişti, çünkü onların kendi bilinçaltları tarafından nasıl yönetildiklerini fark edemeyişlerine hep sinirlenmişti. Yine de kendisini aynı durumda bulduğunda asla yapamadığı empatiye kavuştuğunu hissetti ve yataktan çıkarken, bazen bilinçaltın tarafından yönlendirilmeye ihtiyacın olabilir, diye kendi kendisine homurdanma kıvamında telkin verdi. 

Sessiz bir gün geçmiş, herkes aynı rutinleri tekrarlamıştı. Firuze de biraz kafa dinlemeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek Ahtem’i o gün yalnız bırakmıştı. Tam da ihtiyacı olanın ona sunulduğunu gören Ahtem, yataktan çıkarken fark ettiği gerçeği tekrar hatırladı ve bu kez gerçekten ikna olmuştu. İyinin ve kötünün ötesi hakkında daha fazla düşünerek gününü geçirdi, angaryalarını yaptı ve karnını tok tuttu. Akşam olduğunda yine aynı bara yine aynı masaya otururken bu kez farklı içki içmek istediğini düşündü. Aynı olmayan bir diğer şeyse masadaki kişi sayısıydı. Kendisine entarili olmayan bir teyze arayışının sonucunda Franz, ilk gün onlara gelip emirleri veren kadınla bir randevu ayarlamıştı ve bu akşam orada olacaktı. Sayılı değişikliklerin olduğu masadakiler ise, Franz’ın şansının yaver gitmesini karma, kader veya tanrı gibi çeşitli gerekli mercilerden talep ediyorlardı.

Kasket, konuşulacak bir şeyler olduğunu fark etmişti. Sorgulayan gözlerle Ahtem’i izliyordu ancak onun henüz hazır olmadığını görünce bir ikileme düştü. Dün akşam kaldıkları yerden kendisi mi devam edecekti yoksa sabırlı bir şekilde arkadaşının hazırlanmasını mı bekleyecekti. İçine düştüğü ikilemdeki elemanların ikisine de şans vermeye çalışırken kendini bir puro yakarken buldu. Daha sonra ikileme teslim olarak ikili bir hayat sürmeye başladı. Mütemadiyen Ahtem’i yoklarken uzun zamandır yapmadığı bir şeyi hatırladı, etrafındakileri pek gözlemlemiyordu. Burada hayatın nasıl geliştiğiyle fazla ilgili olmamasının sebepleriyle ilgilenmek yerine kendi iradesini kullanarak bu açığı kapatmaya başladı. Önce dün akşamki kulak kabartıcı teyzenin aynı yerde olup olmadığını yokladı ve onu aynı yerde gördüğünde bir dünyalının gördüğü bir çiçeği koparmasına şaşıracağı kadar şaşırdı. Aynılığın içinde süzüldüklerine bir kez daha ikna oldu ve bütün bara uzun uzun ve hiçbir şeyi incelemeden baktı. Daha sonra istemeden fark ettiği şey, hemen herkesin aynı görünüp aynı hareket ettiği oldu. Sanki bütün roketi aynı ülkenin aynı şehrinin aynı mahallesinden almışlardı, tıpkı birbirini tanıyan insanların bir araya gelerek yaptırdığı apartmanlarda yaşaması fenomenine benzetti bunu. Ancak farklılıkların kaçınılmaz olduğunu biliyordu; bundan o kadar emindi ki, kendisini bir bilgin ilan etmiş olsaydı savunacağı tek şey bu olabilirdi.

Bu farklılıkları bulmak için bu kez odaklanan ve inceleyen bakışlar atmaya başladı, ancak yerinden hiç kalkmadı. Önce nüfusun gerçekten kadın yoğunluğunda olduğunu fark ederek bunu yorumladı: “Yeni bir medeniyeti yeni bir gezegende kurmak için kadınlarla dolu bir kabile yaratmak, zekice. Erkeklerin egemen olduğu dünyaların ne kadar vasat veya altı işlevler gösterdiğini halihazırda kurulmuş dünyada görmek için bir kahin veya sosyolog olmaya gerek yok.” İncelemesine devam ederken kadınların ortak özellikleri dikkatini çeken şey oldu, “Bunlara neden teyze demek istediğimi şimdi anlıyorum. Estetik duygusuna kendisini hiç kaptırmamış insanlar bunlar. Hepsinin de verebileceği birkaç belki daha fazla kilosu var ve, gördüğüm kadarıyla, hepsi de becerikli insanlar. İşlevselliği estetiğin önüne koymuş bir güruh bu.”

“Bir de hepsi şalvar giyiyor, aynı şekilde işlevselliğin estetiğin önünde oldu bir başka nokta. Ancak farklılıklarını yaratabilecekleri ve koruyabilecekleri tek bölge şalvarları. Giydikleri şalvarlar ve tasarımları, renkleri, işlevselliklerindeki farklılıklar aralarındaki kaçınılmaz farklılığı yaratan şey. Aslında tek bölge bu olmamalı, bir de saç unsuru var. Hepsi de saçlarını yazmalarla kapatmış, bir çeşit kasket gibi kullandıkları bu yazmalarla ikincil bir farklılık yaratıyorlar. Ancak bu yazmaların farklılıkları çok da göze batmıyor. Gözüme batan esas nokta, yazmaların bağlanış şekilleri. Kimisi kafasının üstünde bir top yaratmayı seçmiş, kimisi arkasından bir at kuyruğu gibi yazmasını bırakmış. Bazıları yazmalarını yüzlerinin iki yanından sarkan birer bukleye dönüştürmüş, başkaları da bone gibi kullanarak sadece kafalarını kapatmışlar. Belki sonuncuların mustarip olduğu ortak bir baş ağrısı olabilir. Kişisel favorim, yazmalarını kulaklarının yanında birer çiçeğe dönüştürmüş olanlar. Bana öyle geliyor ki, kadının çiçek metaforuyla bağlantısını kulak ardı etme eylemini gösteriyor.” Ansızın bir öksürük krizine tutuldu. Birkaç dakika süren öksürüğün ardından nihayet nefes alabiliyordu ve kafasını kaldırdığında nefes almaya başlamış olan arkadaşını gördü. Ahtem, nihayet, iç muhasebesini bitirmiş ve çıkmazlarını arkadaşıyla paylaşmak istiyor gibiydi.

“Önceki akşam bahsettiğin kendilik meselesin hakkında sanırım pratiğe dönüştürmek için bir metodum var.” Konuya ısınmak için yavaş hareket eden Kasket araya girdi, “Mevcut kendiliğini kullanarak yaratacağın üst kendiliği kullanarak eski kendiliğini birleştirmen gereken kendilikle bu işi nasıl halledeceğin konusunda mı?” sorusunun ardından konuya ısınmaya çok da ihtiyacı olmadığını gördü Kasket. Yaktığı purosundan derin nefesler almayı bırakmadan önce son kez derin bir nefes çektikten sonra Ahtem, kafasındakileri dökmeye başladı. “Kabaca, evet bu konuda; daha ayrıntılı olarak yaratılacak bu üst kendiliğin nasıl olacağı konusunda.” “Dinliyorum.”

“en başta şu problemler vardı: yaratacağım kendiliğin eski kendiliğimin üzerinde olacağından nasıl emin olabilirim, yaratacağım kendiliği hangi materyalleri kullanarak yaratabilirim, yarattığım kendiliğin işlevselliğini izlemek için kullanabileceğim tekniğin kendini izlemek olması durumunda istemsiz oluşacak bir üst kendilik ve bunun meydana getirdiği paradoks. Görüyorsun, izlemek için bir üst kendilik daha yarattığında kendilikler hiyerarşisi bir piramitten ziyade bir yuvarlak masaya dönüşüyor, ve böyle olunca da her kafadan ayrı bir fikir çıkabiliyor. İlk problemin cevabına döneyim. Eski kendiliğimin hangi iyiler ve hangi kötüleri baz aldığını kavramış olduğumu varsayıyorum. Yaratacağım yeni kendilik, öyleyse, bu iyiler ve kötüleri yargılayan birisi olmalı.” Tam da bu noktada Kasket, içinde anlayamadığı bir dürtüyle böldü ve arkadaşına bir ihtimal tanıttı, “Yalnızca eski iyiler ve kötüleri yargılaması yerine, karşılaştıklarının hepsini yargılayan bir kendilik olsaydı, adapte olmaya çalıştığın şartlardaki başarını arttırmaz mıydı?” tekrar arkasına yaslanarak Kasket, dinlemeye devam ettiğini gösterdi. “Tabi ki öyle, ancak yargılamaya başlayarak ısınma turlarını atması için eski iyiler ve kötüleri yargılayarak başlaması en iyisi olur. Özellikle bu yargılama sırasında yeni bir yargı mekanizması geliştirmeden yalnızca tanrısal bakış açısını kullanıp hiçbir açıklama sunmamasıyla artık karşılaşılabilecek yeni yargı nesnelerine karşı hazır olduğunu anlayabiliriz. İkinci problemin cevabı, birincinin cevabında ortaya çıktı aslında. Yeniden yaratılmak için yalnızca küllere ihtiyacı olan üst kendilik, bu külleri yaratmak için kendisinin bir an önceki halini kullanacak. Buna başlamak için yapacağı ritüel de eski kendiliğin bağlandığı tüm yargıları yakarak küllerini biriktirmek olacak. Daha sonra aynı tempoda, bir an önceki kendiliğini parçalamaya başladığında ve bu süreçle tıpkı çocuklarını yiyen Kronos gibi zamanın ötesinde ve yukarısında bir tanrı imgesine büründüğünde hazır olacak. Ancak, Kronos gibi kalmayı sürdüremediği anda onu yeni bir Kronos yutacak.”

Bu kez sebebini bildiği bir heyecanla Kasket, bilinç akışını tamamladı. “Bu döngüyse en başta bahsettiğin paradoksun üzerinde bir paradoksa dönüşerek onu yutmaya devam edecek.”

İki eski dost, iliklerine kadar hemfikir olduklarını bir an için hissettikten sonra bu gururun Kronos tarafından yutulmasına maruz kaldılar, ve bu durumdan yalnızca tat aldılar.

KARANLIĞIN KEPÇESİNDE - 1

Yaptığı evlilikten gün geçtikçe daha memnun kalan Ahtem, yavaş yavaş evli bir adam olmaya başladığını anladığında, arkadaşlarıyla daha az görüştüğünü de fark etti. Bir tabuyu daha kırmak için bir şeyler yapmak istediyse de gittikçe daha evli birine dönüşüyor, dışardan elini eteğini çekerek kendini karısının kocası olmakla meşgul tutuyordu. Bu meşguliyetle dolu günler de genellikle aynı rutin etrafında geçerken hala haftada birkaç akşam, en azından bir akşam, Franz ve Kasket’le barda oturup bir şeyler içiyorlardı ancak artık bu etkinlikten de sıkılmaya başlamışlardı. Aynılıktan şikayet ederek geçirdikleri günlerin birinde bütün roket ahalisi, ahaliden birinin kaybolmuş olduğu haberiyle sarsıldı.

Yetkililerin araştırmaya başladığı bu durum önce Kasket’in ilgisini çekmişti, Ahtem evli bir adam olarak pek de ilgilenmemiş ama kendi ailesini korumak için neler yapabileceğini listelemişti. Franz ise mütevazi bir macera yaşayacak olduğunu sezerek bundan karanlık bir keyif alıyordu. Aldığı keyfin karanlık olması, ele geçireceği medeniyetin şimdi ona ihtiyaç duyduğu gerçeğine dayanıyordu; eğer bu problemin çözümünde dikkat çekici bir rol oynarsa ilerdeki seçimleri kazanmasının işten bile olmadığını düşünerek hareket etmeyi planlıyordu. Öte yandan, babası da onu desteklediğini sürekli ona alternatif komplo teorileriyle gelerek gösteriyordu.

Bu gizem girdabının içinde uzun bir süre gezinmelerinin ardından içerden aldıkları bir bilgiyle işlerin ciddiyeti arttı. Kaybolan ya da yok olan kişilerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Bütün geminin aranması 8 kişilik bir ekiple 3.5 saat sürdüğünden ve hala bu kişilerin hiçbirinin bulunamamış olması halkın üzerindeki tansiyonu gittikçe arttırıyordu.

Kaybolan kişi sayısının gizli tutulduğunu büyük çoğunluğun anlaması çok uzun sürmemişti. Gemidekilerin bir kısmı yöneticilere karşı anarşist ve devrimci bir tutumu benimsemeye başladığında sayıların gizli tutulduğuna inanmayan kesim, onları darbe yapmak istemekle suçlamaya başladı. Böylece gemideki huzur bütünü bozulmuş, bir iç savaşın elementleri yavaş yavaş yerlerini almaya başlamışlardı.

Bu sıralarda Kasket de ortalıkta kimselere görünmeden gezerek olağandışı faaliyetleri yakalayabileceği fikrini Franz’dan almış, ve boş vakitlerini bir süper kahraman gibi suçluları arayarak geçiriyordu. Akşam oturmalarında geçirdikleri vakit artık biraz daha heyecan kazanmıştı, ve bu durumdan memnun olmayanlar yalnızca ortalıktan yok olan insanlardı.

Kasket, kolluk kuvveti gezintilerinden birinde çok tuhaf bir odaya denk gelmişti. Odanın kapısını ve girişi oluşturan bütün çerçeveyi inceleyip kenarlarda kullanılmış olan yapıştırıcıların dünyada bulunanlardan farklı olduğunu gördüğünde buranın sonradan entegre edilmiş bir oda olabileceği fikrine kapıldı. Odadan içeri girmeye kalktığında beklenmedik bir şekilde engellendiğini gördü. Şüphelerinin tamamını buraya yöneltebileceğini düşünerek oradan ayrıldı ve gördüklerini makul bir teoriye yerleştirmeye çalıştı. “Kullandıkları yapıştırıcıya baktığımda bu işin dışardan katılanlar tarafından yapıldığını anlamak kolay, muhtemelen dünyalı olmak yerine uzaylı olan bir güruh bunun sorumlusu. Peki, kaçırdıkları insanları bu odaya mı kapatıyorlar? İçerden hiçbir ses gelmiyordu ama bu bir şey göstermez, çünkü bir ruhun geçişini engelleyenler sesin geçişini de pek ala engelleyebilirler. Kaçırılanların içerde olmasından başka bir ihtimal de, bu odanın dışarıya açtığı bir kanal aracılığıyla yapılabilecek insan kaçakçılığı.”

Gördüklerini, düşünceleriyle birlikte Franz’la paylaşmaya gitti. Nitekim iki arkadaşı dışında kimse tarafından görülemeyen bir ruh olarak yapabileceği tek şey, evli olmayan arkadaşı/oğlu ile bunu tartışmaktı. Öyle de yaptı. Franz’ın ilk söylediği şey, bunu yetkililere bildirmesi ve onların gerekli önlemleri alacağıydı. Ancak bunu yapmadan önce kapıyı bir de kendisi görmek istediğini belirttiğinde Kasket, nerede olduğunu hatırlayabildiğine sevindi ve akşam tüm ışıklar kapatıldığında Kasket’in öncülüğünde kapıyı ziyaret ettiler.

“Gerçekten enteresan bir yapı. Kullanılan yapıştırıcıları tanıyorum sanırım.” Yaklaşıp kokladıktan sonra devam etti, “Evet, bu yapıştırıcıların üretildiği iki yer var galakside. Bunlardan birisi Enteria gezegeni, genel olarak tanınırlığını aldıkları sanayileri, vücut sıvılarının hammadde olarak kullanımına dayanıyor. Bu vücut sıvılarını sağlamak için farklı ırklardan örnekler toplayıp araştırmalar yaptıklarını biliyorum. Diğer gezegen ise Spesi. Bu gezegende sanayinin öncelikli bir tanınırlık faktörü olmadığını hatırlıyorum, dahası, okuduğum bir habere göre Spesi gezegenindeki bilim insanları yenilikçi bir yapıştırıcı üretmeye çalışırken önce tiner denen bir şey sentezliyorlar ve o nesil bilim insanlarının hepsi bu maddeyi kullanmaya başlayarak sokaklarda yaşamaya başlıyorlar. Başarısız olan birinci girişimin ardından, hükümet yeni bir bilim ekibi atıyor ve birkaç ayın ardından Enteria gezegeninin tarifini biraz değiştirerek aradıkları yapıştırıcıyı üretmeyi başarıyorlar. Bu gezegenlerin ikisi de bu yapıştırıcı ticaretinden epey para kazanıyorlar. Kazandıkları paraların temizliğinin sorgulanabilir olduğu da diğer bir gerçek.”

Franz, bildiklerini bir kez daha gözden geçirdi ancak bu kadardı. Araştırmaya başlamak için hangi noktayı seçeceğinden emin değildi; Enteria sanayisinde ihtiyaç duyulan vücut sıvıları da bu suçun faili olabilirdi, Spesi’de tinerciye dönüşen bilim insanları da olabilirdi.

Yapılabilecek başka bir şey kalmadığını düşünerek ikili, yataklarına döndüler ve sabah olduğunda Franz, Ahtem’i de olanlar hakkında güncelledikten sonra yetkililerden daha önce bir randevuya da çıktığı kadına gidip bu akşam görüşmeleri gerektiğini söyledi. Laila adındaki kadın, Franz’ın tavrındaki keskinlikle bir nebze sarsılmış ancak merakına engel olmayıp görüşmeyi kabul etmişti.

Bütün roketya halkı tüm gün gözlerini dört açarak hem kaçırılmamaya çalışıyor hem de kaçırılanlara denk gelmeyi umuyordu. Herkesin tetiktelik seviyesindeki yükselme, atmosferdeki tansiyonu gittikçe artırıyordu. Artık yemekler için yemekhaneye gitmek zorunluydu ve burası da gardiyanlarla korunuyor, kameralarla izleniyordu. Bu yemeklerden birinde, bir öğle yemeğinde, masalardan bir adam kalkıp “Can güvenliğimizi istiyoruz! Özgür günlerimizi geri istiyoruz!” diye bağırmaya başladığında olan oldu ve ortalık bir kara Cuma indirimine dönüştü, ancak bu kez herkesin almak istediği şey kıyafetler veya eşyalar değil de kendi hakları ve güvenlikleriydi. Buraya gelirken girdikleri beklentilerin konfor ve macera olmalarından dolayı mevcut durum tarafından çatlama noktasına getirilmiş olan güruhun karşısına, güvenlik güçlerinden önce, kendilerine hiçbir isim vermeyen ancak yönetimin gözüne girmek için çabalıyormuş hissi veren güruh çıktı, ve diğer güruha müdahale etmeye kalktı. İki grubun birbirine hiçbir sebep olmadan girdiğini gören Laila, birliklerine biraz beklemelerini çünkü şu anki durumun sürmesi halinde hem kendi güçlerini koruyabilecek, hem buradan çıkar sağlamaya çalışacak şüphelileri izleyebilecek hem de halkın kendi gazını almasını sağlayabilecek bir gerçekliğin kaçınılmaz olduğunu söyledi.

Bu sırada üçlümüz ve dördüncüleri, olan bitene karışmayacaklarını açıkça belirtmişlerdi. Franz, bunun analiz yürütmek için güzel bir fırsat olacağını düşündü, ancak yürüteceği analiz yalnızca kendisinin karakter gelişimiyle ilgili olacaktı. “Evden çıktığımdan beri aktif rol oynadığım ilk şey sanırım şu kapının analizini ve analizin ürünlerini senteze koymak oldu. Bunun kendim adına ileri bir adım olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu gelişmenin fazla yavaş olduğunu da söyleyebilirim. Bunca zamandır bilgimi kullanmaya kalkmadım, bilgime yeni bir küme açıp onu doldurmaya başlamış olsam da eski bilgi kümelerimi hiç kullanmadığımı söylemem mümkün. Yine de sabırlı olanın genelde kazandığı istatistiğini unutmayarak yorumlarsam geçmişimi, gittiğimiz yerde iktidarı alabilmek için doğru yolda gibiyim. Ancak bu krizin çözülmesinde daha aktif bir rol oynamam gerekebilir.”

Bu sırada Kasket de neden burada olduğu hakkında kafasını patlatmadan edemiyordu, “Şimdiye kadarki varlığımın burada yarattığı tek etki, kapıyı bulmak oldu. Yo, hayır, bir de Ahtem’in evliliğinde oynadığım rol var, çok da kayda değer bir rol gibi görünmüyor. Yine de roketyanın ilk evliliğini motive edebilmiş olmak, hatırlamaya değer bir ayrıntı. Oğlumun gelişimiyle ilgili de bir etkim olmadı, acaba ona mı daha çok odaklanmalıyım; buradaki görevimi bir anlayabilsem, her şey çok daha net olurdu. Bu netliği kullanabilirdim şimdi. Her neyse, şimdilik şu kaybolan insanların gizemini çözmekte oğluma yardım etsem muhtemelen karşıma çıkması gerekenler beni bulur, ben de kaderimi tamamlayıp giderim.”

Bunlar düşünülürken yemekhanede işler karışınca Laila da birliklerine müdahil olmalarını söyledi, kaos dindiğinde yeniden sayım yapılmasına kalmadan Firuze’nin çığlığıyla eksiklerin sayısının en azından bir olduğunu gördük. Buraya çok yakın bir arkadaşı da olan dayısının kızıyla geldiğini ve şimdi onun da kaçırıldığını ifadesine ekledikten sonra Firuze, Ahtem’in onu teselli etmesini umarak bu tesellilerin hiçbir işe yaramayacağını düşünüyordu. “Bir sonraki biz olabiliriz, güvenlikler hiçbir işe yaramıyor ve suçlular her ne amaca hizmet ediyorlarsa, çok iyi çalışıyorlar ve asla görülmeden işlerini yapıyorlar. Tüm roketi boşaltacaklar ve hiçbirimizin bundan haberi olmayacak! Mahvolduk, sonumuz geldi! İnsanlığa sunacağımız devrim, vasat bir suç hikayesine dönüştü!” gibi nidalar atarak ağlayan Firuze, birkaç saat sonra yorgunluktan gözyaşları içinde uyuyakaldı. Ahtem, onun yanına koyduğu bebek telsizin eşini yanına alarak Kasket’le konuşmaya gitti. Artık bir şeyler yapmaları gerekliydi.

KARANLIĞIN KEPÇESİNDE - 2

Bir sabah uyandığında Firuze, kendini sıkışmış bir halde buldu. Oraya nasıl gittiğini bilmiyordu. Oranın neresi olduğu hakkında da pek bir fikri yoktu. Kendisini, boyut anlamında, küçülmüş hissetti. Bu küçültülmüş olma hissini, önce dışsal faktörlere dayandırmak istediğinde bu refleks karşısında analitik bakış açısını deneyerek önce kendisinin bunu hak etmek için ne yapmış olabileceği hakkında düşündü; pişmanlıklarını şöyle bir taradı, gözden geçirdikleri arasında kendisini küçültülmüş görmesine sebep olması olası pek bir şey bulamadı. Bu sayede karşılaştığı durumun dışsallığını kesinleştirdi. Bulmaya davrandığı dışsal faktörleri nerede arayacağını bilemediğinden etrafında gördüklerini inceleyerek işe başlamaya karar verdi. Etrafta bir şey göremediğini fark edince, kafasına geçirilmiş olan çuvalı fark etti.

Kafası bir çuvalmış gibi hissederek güne başlayan Ahtem, bu sırada yatakta yalnız uyandığını fark ederek Firuze’nin lavaboya gitmiş olmasını ümit ediyordu. Böyle bir ümide bel bağlamış olmasının, içinde yaşadığı hayatın ne kadar sorgulanabilir olduğunu gözler önüne sermesini düşündü. Kayda değer bir düşünceydi, ancak ‘ben de Türkiye’de yaşıyorum’ diyerek karşısında fazla vakit geçirmeyeceğine karar verdi. Panikle veya hayıflanmayla kaybedebileceği fazla zamanı yoktu. Bir süre, gerçeğe teslim olmamak ve gerçeğin de gerçek olmaması adına bekledi. Firuze her an sağındaki kapıdan çıkıp gelebilirdi; hep o taraftaki tuvalete gitmeyi tercih ederdi. Ahtem de beklerken gözlerini kapıya dikmek için kafasını da biraz çevirmişti. Bu teslim olmuş bakış ve kapı arasından geçenlerin fazla bir tepkisi olmadı. Ta ki, Kasket oradan geçene kadar; eski dostunun yüzünün halini gören Kasket, afallamış bir şekilde oraya giderek adamla konuşmaya kalkıştı, ancak pek verimli bir konuşma gerçekleştiremedi.

Soruların birkaç dakika havada asılı kalmasının ardından “Ya evet, sanırım kaçınılmaz olan oldu.” Duyduğu cevaba karşı kendi bulunduğu konumunu istemeden de olsa beğenen Kasket, bunu dışa vurmadan durumdan emin olmasa çalışmasa da işler çok kötü olmazdı muhtemelen; Ahtem’in durum karşısında sergileyebileceği vurdumduymazlık haklı bir konumdan geliyordu. Adam, yeni eşini daha yeni kaybetmişti ve kimin kaçırdığını bilmeye yakında bile olmadıklarını düşünüyorlardı. Bu sırada, ikinci sessizliği bozan Kasket’in sesli düşünmeye başlaması oldu. Böylece Ahtem de şoktan çıktı.

“Elimizdeki bilgilere bakarsak, kaçıranların geliyor olabilecekleri yerlerin sayısını ikiye indirdik. Aslında ben yapmadım, Franz yaptı bunu. Yine de birlikte çalıştığımızı söyleyebiliriz o sırada. Şahsi kanım da, bu iki gezegenden, açığa çıkmış dolandırıcılık vukuatı olmayandan, yani Enteria gezegeninden olduklarını düşünüyorum.”

Duyduğu kelimenin gerçek olup olmadığını sorgulamanın eşiğinde, ve aynı zamanda şakakları terler içinde kalmış Ahtem, “Enteria mı dedin?” sorusunu sormaya başladığında biraz suya ihtiyaç duyduğunu anımsadı. Bu sırada Kasket yanıtladı, “Doğru duydun ne oldu ki?”.

Duyduğu kelimenin neye çok benzediğini her şeyden önce anımsamış olan Ahtem, küçük bir rahatlamaya ihtiyacı olduğunu ve halihazırda karşısında buna katlanabilecek eski dostlarından birisinin olduğunu düşünerek biraz atılgan bir tavırla ve yüksek bir sesle, “Yani bütün teyzelerin entarili olmasıyla hiçbir alakası olmadan mı?” derken yalnızca sağ elini sallamakla yetindi, çünkü sol elinde hala su şişesi vardı. Kasket de, cebinden çıkardığı sigarayı göstererek gidip biraz hava almaları gerektiğini söyledi. Hava almak, şartlar dahilinde sigara içmek anlamındaydı çünkü temiz hava alamadıkları için farklı hava alma etkinliği olan sigara içme işine hava almak adını vermişlerdi.

Yaktığı sigarayı Ahtem’e uzatırken devam etti, “Demeye çalıştığın şey, entarili teyzelerin aslında Entaria gezegeninden oldukları ve kaçakçılık yaptıkları mı?” Duyduğu her kelimeye, bu sırada, inanan Ahtem, “Tam olarak bundan bahsediyorum, ama anlamadığım bir şey var. Bu gezegenden olduklarını nasıl anladınız, yani iki olan seçeneği bire indirdiğin sıradaki metodolojine bir itirazım olmazdı. Ancak merak ettiğim şey bu iki gezegenin nasıl birbirleriyle bağlı oldukları?”

Duyduğu sorunun uzunluğundan ve aklını havada tutan birkaç karış boyundaki dumandan dolayı, afallamış ve sorunun başını unutmuş bir şekilde, içeriği yavaşça hatırlamasının ardından konuşmayı sürdürdü, “Ha evet, gördüğüm kapıdaki yapıştırıcıları Franz’a sorduğumda hangi gezegenin ürünü olduklarını tanıdı anında. Çocuk tam bir kitaplık.”

-          Kaçakçıların malzemeleri oradan almış olabileceklerini hiç düşündünüz mü pek?

-          Aslında pek düşünmeye gerek görmemiştim, çünkü ürün biraz pahalıdır ve ucuz işçi satarak o kadar fazla kazanabileceklerini sanmıyorum. Bunlar muhtemelen malzemeleri, yaşadıkları gezegendeki üretim tesislerinden birinden çalarak bu işe başlamışlar.

-          Haklı olabilirsin. Ee, peki şimdi ne? Entaria gezegenine mi gideceğiz, yoksa yetkililere bu bilgiyi mi veriyoruz? Kaçakçıların işlerini nasıl yaptıklarını biliyor muyuz?

-          Buna kısmen hakim olduğumuzu söyleyebilirim. Yılların deneyimi dahilinde, bildiğim kadarıyla kaçakçılar, işlerini bitirdiklerinde gidecekler. Yani birkaç sefer yapmayacaklar. Yalnızca bir kez yapışıp kalkacaklar ve böylece masraflarını ciddi derecede düşürebilecekler.

-          Harika, öyleyse hala bu gemide bir yerde Firuze. Şu, bulduğunu söylediğin kapı. Neredeydi? O kapıdan geçmeyi denemişsindir, geçememiş gibi de bir havan var. Öyleyse bu adamların güvenliklerini zirvede tuttuklarını ve uzaylı olmalarından dolayı silah üstünlüğüne de genel bağlamda sahip olduklarını varsayabiliriz.

-          Haklı noktaların oldu, benim önerim birileri içeri sızarken dışarda kalanlarla planladığı tuzağı devreye sokarak en kötü ihtimalde iç savaşın aleyhimizde başlamasını sağlayabiliriz.

-          Ne iç savaşı kardeşim adamlar çeker gider deşifre olduklarını fark ettiklerinde.

-          Yine doğru. Öyleyse kaçırma operasyonuna ihtiyacımız var.

Bahsi geçmesi beklenen kaçırma planının iki taraftan da çıkmamış olması üzerine biraz buhrana kapılan ikili, içtikleri sigaranın bitmiş olduğuna üzülerek ve yenisini yakmalarını ilk önce kendileri yargılayacaklarını bilerek yemekhaneye, kahvaltı yapmaya gittiler.

Eşini yeni kaybetmiş birisinin fazla iştahlı olmamasına şaşırmazdınız, ortalama yemesine de şaşırmazdınız ancak Ahtem’in yediğini görseniz gerçekten neden bu kadar iştahlı olduğunu anlamak için biraz düşünmek gerekebilirdi. En azından Kasket’in biraz düşünmesi gerekmişti ve vardı sonucu onunla paylaşacaktı.

“Sanırım bu iştahının sebebi, şaka gibi baktığın büyük ve temel fantezilerinden birini gerçekleştirecek yani sevgilisini kurtaran adam olacak olman. Seni yargılayamam ancak bunu göstermek de bir arkadaşın arkadaşına borcu olurdu.” Söylediklerinden gayet emin bir şekilde, kahvesinden aldığı yudumla kahvaltısını bitirdiğini gören Kasket, bir sigara yaktı bunun üzerine. Camlardan uzayı izleyebiliyor olmaları, onun için pek de önemli bir ayrıntı değildi. Ancak yine de böyle anlarda uzayı izlemekten epey memnun kalıyordu. Romantik olduğu için veya melankolik olduğu için değil de, yalnızca izlemesi tatlı gelen şeylerin, zihnini özgürleştirdiğine inanıyordu.

Karşılaştığı geri dönüş karşısında minnettar olma sorumluluğu hissederken Ahtem, adama hakkını vermesi gerektiğini düşündü. Haklı görünüyordu. Nihayetinde bu durum epey destansı bir hatta birkaç mitolojide geçiyorduysa da, arkasına döndüğü için bütün operasyonun başarısızlığına sebep olan adamın adını hatırlayamadı. Bunda ayıp olmadığına karar vermesiyle prensesini kuleden nasıl çıkaracağını düşünmeye başladı. Bu sırada, hala bahsi geçmiş olan odanın nerde olduğunu öğrenmediğini hatırlayarak tekrar Kasket’e sorduğunda roketin ucuna doğru bir noktada olduğu cevabını alması tarafından kafasının karıştırılmasına izin vermedi. Oraya gidecekleri saati kesinleştirdikten sonra Ahtem, biraz kendisiyle kalması gerektiğini düşünerek kalktı, televizyon izlenen odalardan birine girip kendisine tekli bir koltuk buldu ve oturdu. Orada geçirdiği birkaç saatin, içtiği birkaç sigaranın ve içkinin ardından uykusunun geldiğini düşünerek biraz uzanmak için yatak odasına gitti.

Yalnız kalmasının ardından Kasket, oğlunun ne tarafta olduğunu görmek ve ona salça olabilmek için ayağa kalkarak biraz etrafına bakındı. Çok sürmeden gördüğü oğlu da ona doğru yürüyordu. Yeni haberleri var gibi görünüyordu. Ancak asıl haberlerin, Kasket, kendisinde olmasını bekliyordu.

-          Baba, kaçakçıları devirmek için harika bir fikrim var.

-          Benim de kaçakçıları devirmek istemek için yeni bir sebebim var, sana. Firuze’yi kaçırmışlar.

-          Ne zaman?

-          Bu sabah olmuş.

-          Kimse görmemiş mi nasıl olduğunu.

-          Yok hayır, Ahtem sabah uyanıp orada görmediğini söylüyor sadece. Birlikte uyuduğumuz son seferlerden hatırladığım kadarıyla, uykusu fazla ağır değildi. Ancak kollarından tutup götürmek dışında yapabilecekleri epey bir şey de var. Uzaylı olmasan bile, birine eter koklatarak onu bayıltabiliyorsun dünyada. Bünyeleri gerçekten zayıf.

-          Gerçekten üzüldüm, dediğin gibi en azından bu çocukları bozguna uğratmak için bir başka sebep daha oldu.

-          Bundan önce de epey bir sebep bulmuş gibisin. Planını duyalım.

-          Ha, planım şöyle, gidip kapıda pusuyoruz. Daha sonra birini ele geçirdiğimizde onun kıyafetleriyle içeri giriyoruz. Sen, kapı açıkken girebildiğine göre aslında önce kapı açıldığında senin girmen şeklinde de plan yapabiliriz ancak senin yapabileceğin tek şey bize içerden bilgi sağlamak olurdu. Bu durum da aslında epey işimize yarar.

-          Güzel bir bakış açısı oldu. Biraz yaşlılıktan sanırım, ya da sadece bugün üretkenliğim pek üzerimde değil. Fazla katkı sağlayamadım.

-          Bence önemli değil, ve ikincisi. Öyleyse ben buralarda takılır etrafı izlerim, baba. Sen de içeri girmenin fırsatını kolla. Hatta birlikte çıktıklarını takip edersen en iyisi olabilir. Böylece işlerini nasıl yaptıkları hakkında bir fikrimiz olabilir.

Böylece Kasket, pusuya yatmaya roketin ucuna doğru ilerledi, nedense tırmandığını hissediyordu bu sırada. Nedense biraz da terlediğini fark ettiğinde hayaletlerin terleyebilmesine şaşırdı. Biraz da hazır hayata dönmüşken insan ırkının ne kadar masraflı ve dikkat çekecek kocaman şeyleri sevdiklerine giydirdi. “Aslında en tepedekiler bu kadar dikkate düşkün olmasa, daha az tepedekiler için seçme hakkı doğabilirdi.”

Bitirdiğini sandığı düşüncelerinin daha fazlasına ihtiyacı vardı, çünkü pusuya daha yeni yatmıştı. Geçen birkaç saatin ardından, geçen birkaç saatin getirdiği berraklık epey sert bir darbe yemişti. Muhtemelen o gelmeden çıkmış olan Entaria’lı teyzeler, içeri girdiler. Elinde minyatür bir Ahtem, belinde de ,uçan daireye benzeye benzeyen bir silah vardı. Silah olduğunu anlaması sadece biraz içgüdü almıştı.

ROKETYANIN YUVARLAK KALEMLERİ

İçeri giren teyzelerin peşinden gittiğinde Kasket, önce etrafı tanımak için yavaş adımlarla ilerledi. Ağır ilerleyen ve derinlemesine görmeye çalışan bir çift göz, ilk önce içerdeki teyzelerin sayısına takıldı. Etrafta epey fazlaları vardı ancak çoğu da aynı kostümleri giydiğinden hepsi aynı rütbeymiş gibi görünüyordu. Biraz daha inceledikten sonra yalnızca bazılarının şalvarlarının renklerindeki farklılığı gördü. Sarı ve kırmızı tonlarının farklı oranlarda arttığı şalvarların nicelik olarak daha az olmasını, teyzelerin nitelik olarak daha yüksek olmasıyla eşleştirdi Kasket.

Gezdirdiği gözlerinin sonraki takıldığı şey, etraftaki kolonların fazlalığı oldu. Bunların daire şeklindeki silahlarla bir ilgisi olduğuna dair bir içgüdüye kapılmasıyla teyzelerden birinin ona yaklaştığını fark etmesi bir oldu. Teyzenin onun içinden geçerek ilerlemesini beklediyse de olmadı, teyze geldi ve tam karşısında durdu. Gözlerinin içine bakıyordu. Ona ne istediğini sormak istediyse de Kasket bunu sormadı. Ancak birkaç saniyenin ardından teyze yapıyordu.

-          Selam yakışıklı, sanırım kendini görünmez sanıyordun. Bozdum ama.

-          Merhaba, kısmen haklısınız. Görülmediğimi sanıyordum, teşekkürler ayrıca bunu öğrendiğime göre şimdi geri dönüp araştırmalarımı yürütmeye, yeni verilerle, devam edebilirim.

-          O kadar hızlı olma yakışıklı. Seni görmek isteyen biri var, hazır sen buraya kadar gelmişken seni önce onunla görüştürelim. Sonrasına bakarız ancak ümit ettiğin şeylerin olmaması epey olası. Öğrenmende fayda var diye düşündüm. Al karnın da açtır, bir şeyler atıştır gitmeden biraz kendine geliver.

-          Tabi nereye geçeyim yemek için?

Teyzenin gösterdiği üçgen şeklindeki masanın kenarlarından birine oturduktan sonra bir başkasının ona getirdiği kasedeki çorbayı yedi, yanında da getirdikleri pide vardı. Pidenin tamamını yiyemediyse de Kasket, çorbanın tamamını bitirdi ve bomboş kaseyi masaya koydu. Muhtemel yetmiş santim vardır, diye düşündüğü pidenin yarıdan biraz azını bıraktı. Sonra kendisiyle görüşmek isteyen kişiyle görüşmek için hazır olduğunu ifade etmek istediyse de, teyzeler buna yakında izin verecek gibi değillerdi.

                Önce çay mı kahve mi içeceğini sordular, daha sonra kahvesinin sütlü veya şekerli olup olmayacağını öğrendiler. Birkaç dakika içinde filtre kahvesi hazırdı. Tütün tercihini de sorduklarında Kasket, çıldırmanın eşiğine gelmişti. Bu kadınların neden bu kadar misafirperver olduklarını anlayamamak, onu derinden bir rahatsızlıkla yüzleşmeye zorluyordu. Ancak bu rahatsızlığın yüzünü hatırlamıyordu. Karşılaşması gereken şeyin ne olduğunu bildiği için de onunla karşılaşamamaktan şikayet ediyordu. Ancak, eski günleri aklına geldiğinde işlerin eskiden hiç de böyle olmadığı da aklına geldi. Yaşlandığını kabul etmek yerine, bunu bir ruh olmasıyla bağdaştırdı. Bazı vahşi doğa yeteneklerini kaybetmiş olması gayet olasıydı. Neticede artık daha saf bir varlıktı. Su yerine enerji konseptini varoluşunun fiziksel temeli haline almış bir varlıktı.

                Teyzeler ikramları sırasında ona sürekli seyahatleriyle ilgili, ailesi ve dostlarıyla ilgili, en önemlisi de kendisiyle ilgili sorular sorarak Kasket’i memnun tutmak için çabaladılar. Kasket de bu durumun sebebinin bir şekilde kendini açığa çıkaracağını düşünerek duruma kendini teslim etti. Teyzelerle geçirdiği çok keyifli zamanın ardından arkadaşlarını unutmuş, onlardan bahsetmeyi de unutmuştu. Yalnızca onu görmek isteyen teyzeyi görmeye can atıyordu.

                Nihayetinde tüm sohbetleri ve ilgileri bittiğinde teyzelerden birisi diğerlerine burada işlerinin tamamlandığını söyleyerek onları dağıttı ve Kasket’i alıp onu bekleyen teyzeye götürdü. Kasket, gideceği kişinin kabilenin reisi, çetenin elebaşı olduğunu anlamıştı. Patrona gidiyordu. Geçtikleri sütunlarla dolu bir koridorun ucunda kapıyı gördüğünde Kasket, bunun nasıl bir uzay gemisi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Epey uzun bir gemiydi, ya bu da roketya gibi bir şekle sahipse, diye düşündü. Bundan emin olmak için patrona sormasında mahsur olmayacağına inanarak kapıdan içeri takdim edildi.

                Karşılaştığı teyzenin her ayrıntısının diğer teyzelerden farklı olduğunu gördü önce. Tabi, yalnızca manipüle edebileceği ayrıntılar farklılardı. Şalvarının şekli, rengi, saçlarını toplama şekli gibi şeylerin farklılığı gözüne iliştiyse de büyük resmi görmek fazla zor olmadığından ona odaklanmayı seçti. Kadın baştan aşağı bir kaleme benziyordu. Seçtiği renkler siyah beyazdı. Saçını toplama şekli, yazmaya hazır bir kurşun kalemin ucunu andırır sivrilikteydi. Üzerindeki elbisenin köşeli yapısı bile bir kalemin altıgen olma ayrıntısı hatırlatıyordu.

                Kadın önce Kasket’i getirene çıkabileceğini ve kimseyi almaması gerektiğini söyledi, diğeri kapıdan çıkarken biraz sohbet ettiler. Daha sonra kapının kapanmasıyla Kadın, Kasket’e döndü.

-          Ne içersin, ben bir kokteyl yapacağım, sana da yapabilirim.

-          Tabi, Beyaz Rus alabilirim mümkünse.

-          Mümkün, evet.

-          Teşekkürler.

Yaşanan garip diyalog, Kasket’in kafasındaki soru işaretlerini arttırdı. Daha buranın maskülen mi feminen mi bir ekol tarafından yönetildiğini bile anlamamıştı. Tamam burası kadınlarla doluydu, hepsinin de neredeyse antik olan çoğu toplumsal norma uyan beceri ve aksiyonlara sahip olmalarının yanında gerçekten maskülen bir atmosfer sezebiliyordu. Yani buradaki tek erkek olduğunu iddia edemezdi.

                Kadın, kokteylleri hazırlarken konuşmayı başlatmaya karar vermişti.         

-          Seni neden buraya çağırdığımızı merak ediyorsundur.

-          Tabi, ancak çok daha fazla merak ettiğim birden fazla şey mevcut.

-          Vaktin varsa sorularını yanıtlamayı deneyebilirim. Hepsini yanıtlayacağıma söz veremem.

-          En azından kokteyl içecek kadar vaktim var, bu yüzden şöyle başlıyorum sorularıma: burada hiç erkek var mı?

-          Fiziksel varlık olarak mı? Yo hayır ruh olmanla ilgili bir şaka yapmak istememiştim.

-          Önemli değil, alınmadım. Fiziksel olarak evet.

-          Fiziksel bağlamda hiçbir erkek burada bulunmuyor ancak eminim atmosfere entegre etmeye çalıştığımız maskülen enerjiyi analiz etmeye kalkacak olan psikanalistler en az üç erkeği bir araya getirebilecek, ya da başka bir ölçütte Cuma namazı kıldırabilecek güçte, maskülen enerjinin olduğunu söyleyebilirlerdi.

-          Anlıyorum. Peki, neden şalvarlar?

-          Gerçekten bunu sormana çok sevindim. Açıkçası bununla ilgili kavraması zor olan şey bu sorunun ta kendisi. Yani şalvarların ne kadar ferah, kullanışlı ve kolay olduklarını kim reddedebilirdi. Bence hiç kimse.

-          Tabi, haksız değilsiniz. Estetik kaygıların karşısında işlevselliği içinde barındıran skalada aldığınız konumla ilgili bir şey.

-          Çok haklısınız, başka bir şeyler daha soracaksınız sanıyorum.

-          Tabi, daha yeni başladığımı söyleyebilirim. Bir de şu, dairesel olan şeylerin silah olduğu varsayımım var. Bu silahları nasıl kullanıyorlar, ergonomik mi?

-          Pek ergonomik olmadığını söylemeliyim. Ancak, silahların büyüsü, işlevlerinde. Dairesel yüzeylerden geniş olanı yönelttiğiniz yön, sizinle göz göze geldiğinde -bu durumda siz bir teyze olurdunuz- ebat olarak küçülüyor. Bu seyrek de olsa çalışmayabiliyor.

Bu sırada konuştuğu kadının yüzüne daha dikkatli bakma fırsatı bulan Kasket, diğerleriyle aynı ırktan olmadığını fark etti.

-          Sanırım geminize aldıklarınız da bu etkilenmeyen bir güruh Egeli kadın.

-          Çok yerinde bir tespit, bir ruh olmandan dolayı fazla endişelenemem.

-          Peki beni görebilmeniz ile buradaki enerji yönetiminin sonuçları arasında bir ilişki var mı?

-          Emin değilim ancak söylentilere göre var. Bu alanın içindeki herkesin mi yoksa bu alanın mı özel olduğunu anlamanın birkaç yolu var tabi.

-          Neyse, önemli bir şey değildi bu. Etkilenenleri de cebinize koyup kaçırıyorsunuz, değil mi?

-          Kaçırmak tabirini pek sevmesem de isabetli bir gözlemci olduğunuzu söyleyebilirim. Yanımıza aldıklarımızı Entaria gezegenine satarak hammadde ticaretinden gelir sağlıyoruz.

-          Yani, siz Entaria gezegeninden değilsiniz. Bu silahı bulabilmiş rastgele bir uzaylısınız sanırım.

-          Neredeyse öyle, yalnızca bu silahı bize sağlayanlar, Entaria’da devletle birlikte çalışan mafyalar.

-          Peki ya, silahlar deyince aklıma gelen bir şey daha oldu. Kolon sayısındaki fazlalığın, silahların şekilleriyle bir paralelliği var mı?

-          Kolonlar mı? Evet. Aslında o kolonların hepsi birer şarj istasyonu. Silahları orada şarj edebiliyoruz.

-          Anlıyorum.

-          Son birkaç sorun kalmış gibi, en kritiğini sormadığını düşünüyorum.

-          Daha fazla vaktinizi çalmak istemem. Yalnızca, iki arkadaşımı da kaçırmışsınız. Onları serbest bırakmanız için sizinle bir pazarlık yapmak isterdim.

-          Harika bir konuyu açarak lafı ağzımdan aldın. Benim de senden bir isteğim olacaktı. Bunu halletmek için harika bir fırsat doğurdun.

Kasket, karışık bir şeyle karşı karşıya kaldığı hissiyle içkisinden iri bir yudum aldı ve dinlediğini söyledi. Kadının onu buradan kaçırması gerektiğini dinledikten sonra bir isteğinin daha olduğunu belirttiyse de Franz’la görüşme isteğini, kadın kabul etmedi. Kasket de öyleyse Ahtem aracılığıyla ona bir not gönderebileceğini düşündü. Bir de karşılığında daha fazla insanı kaçıramayacaklarını, buradaki yolcularla Dünya’nın, Güneş sisteminde bir gezegene yaşam kurmaya gittiklerini anlattı. Kadın, dünyalıların azminden etkilendiğini söyleyerek teklifi kabul etti. Böylece roketya, iki nüfusuna geri kavuşmuştu. Ancak bu yalnızca ikiydi.

Ahtem, Firuze ve Kasket aynı ebatlarda bir araya geldiklerinde Kasket, Firuze’nin onu görebilmesine dayanarak bu durumun mekanın enerjisiyle ilgili olduğuna karar verdi. Ahtem ise, pek ilgilenmeyerek daha büyük önceliklere vakit ayırmayı tercih etti, ilgisiz bir baba olacağını kendisi anlamadıysa da Kasket anladı. Franz’a ileteceği notu verdi. Vedalaştılar. Firuze ve Ahtem gemiden roketyaya geçtiler; gemi de roketyadan çekildi.

The Point Of No Return, Hugo Kant, Album Cover

Aynı akşam, Ahtem, Franz’ı buldu. Notu ona verdi ve eşiyle vakit geçireceğini söyleyerek gitti.

Franz, babasının hangi şartlar altında gittiğini tam anlamamış olsa da kayıpların ve kazançların epey farkındaydı. Babası ona bir ülke kurma şansı bırakmıştı. Oğlu olarak babasının evrensel nitelikte iyi bir baba olduğu kanısına vardı. Notu okuma işini doğru zamana bırakacağını söyledi kendisine. Kendisiyle baş başa kaldığını fark etti. Ne çözülmesi gereken bir problem, ne sağlanması gereken bir avantaj ne de teselli edilmesi gereken biri vardı.  


 

 

Yorumlar