72.3

                Nihayet bardan çıkabildiğine epey memnundu ancak ayaklarının her an kaybolmasından hala korkuyordu. Hızlı hızlı yürürken kafasının içinde konuşuyor, şikayet edip hayıflanıyor sonrasındaysa kendini haklı çıkartmaktan geri kalmıyordu. ‘İnsanın da ayağı hop diye bağımsızlık ilan etmez. Kim açıklayabilir bunu, bilim mi? O muhtemelen klinik psikiyatriye gönderir; bu seferkiler de kafasının içine gönderir. Ee sonra. Buraya gelebilen olmadığına göre, kim çözmeye meydan okuyabilir ki bunu. Ben de meydan okuyamam. Ben kimim ki koca bilimin yanında, tabi ki çözemem. Kalkıp şamana gitsen, o da gel bitki çayı içirirken ben sana; arkadaşlarım davullara vursunlar ve sen de kötülüklerinden arın, der. Aslında en mantıklısı şaman gibi görünüyor. Bunca hippinin ‘acı olmasın da ne olursa olsun’ demesinin bir sebebi olabilir. Evet. En iyi öğretmen acıdır ve en iyi tebeşir de zamandır.’

                Nihayet evine dönmüştü, bu düşüncelerle beraber, sağ salim. Tam apartmana girmek üzereydi ki kapıcıyla karşılaştı. Hiç sevmezdi ve arkasından hep çok ‘dumur birisi’ olduğunu söylerdi. Her ne kadar kapıcıların ortalama bir dumura sahip olduklarına inansa da bu durumda kendisine seçilmiş birinin gönderildiğini iddia ederdi; aynı düşünce yapısıyla gündelik hayatında karşıladığı onlarca şey gibi bu konuda da kendisinin başına gelenin özel olduğuna inanır ve buna herkesi ikna etmeye çalışırdı. Yaranmaya çalışmayınca kapıcı, Deniz şansının yaver gidiyor olduğunu düşündü. Tam da bu sırada kapıcı onu şaşırtan bir saygı göstererek şapkasına davrandı ve iyi akşamlar, bir ihtiyacınız var mı, diye sordu. Deniz üzerindeki şaşkınlığı atar atmaz teşekkür etmeyi unutmayarak bir şeye ihtiyacı olmadığını söyledi. Sonra sakin sakin, bu şansın bir yere gitmemesini ve hep omzunda durmasını istiyor gibi, asansöre bindi ve kısa süren yalnız bir yolculuğun ardından evine varmış kapıyı kilitlemişti. Biraz daha içmek istiyordu, barda içtiğim yetmemiş, diye düşündü ve içki bardağını neyle dolduracağını düşündü.

                Nihayet Fransız balkonunun önündeki koltuğuna geldi. Aynı ivmesini hala koruduğuna inandı ancak öyle olmadığını ayakları ona hemen ispatladı. Bu kez de kıpırdamıyordu ayakları. Felçli gibi, diye düşündü. Bunu dediğinde yaptığını fark ettiği ötekileştirme durumu hiç hoşuna gitmedi. Bu kez de ayağının hiç hoşuna gitmediği bağlantısını kuran beynine gerçekten sinirlenmek üzereydi fakat içkisinden bir yudum aldığında her şeyin geçtiğini hissetti. Rahatlamak istedi, fakat yapamadı. Kendini dizleri önüne çekilmiş vaziyette görüp ayaklarını karşısındaki desteğe uzatmak istedi. Fakat yine olmamıştı. Bu durum gerçekten sinir bozucu olmaya başlıyor, diye düşündü. İçkisinden bir yudum almanın faydalı olacağını düşündü ancak daha yudum ağzına girmişti ki hiç de entegre etmediği bir alışkanlık olduğu için işe yaramayacağını düşündü. Nitekim öyle olmadı. Bunun yerine ayaklarını uzatabildiğine sevindi. Pekala, öyleyse, hiçbir şey yapmıyorum, dedi ve içkisinden yudum alıp izlemeye koyuldu. Koltuğu camın önünde olduğu için şanslıydı. Şanslı olduğu diğer bir konuysa yüksek katta yaşamasıydı.

                Her ne kadar şansını elinden geldiğince iyi ayarlamış ve kontrolü altında tutmuş olsa da; göklerden gelen bir karar vardı, bazılarının deyişiyle; ayarlanmış olan ayrıntılar tükenmeye başlamıştı. İçkisi yavaş yavaş bitti; manzarası ise durağanlığı sebebiyle vasat bir hale gelmeye başladı. Ne yani meditasyon mu yapayım, diye huysuzlanırken kapısı çaldı. Muhtemelen kapıcı bir şey istiyordur ya da aidat için gelmişlerdir, dedi. Kalkmaya çalıştığında tam da bütün dünyanın beklediği gibi ayakları rıza göstermemişti. Kimsenin rızasını yok sayıp tecavüz edecek halim yok, diye düşündü. Kendi ayaklarını tekrar ötekileştirmişti. Ötekileşen ayakları barındırdıkları ruhu teslim etmiş ve olay yerini terk etmiş gibi direnmeyi bırakmışlardı. Sigara yakmak istedi, küllükte aynı gün evden çıkmadan yaktığı purosu vardı. Ama ikna olmamıştı, puro içmek istemediğini fark ederken baya üzüldü. Çaresizliğinin ortasında kapı tekrar çaldı; bu sefer açması gerekiyordu. Ortalıkta illegal bir şey olmadığından emin oldu ve kapıya yöneldi, ne güzel temiz yırtmıştım ne istiyor şimdi bu herif gecenin bu saatinde, diye homurdanarak gitti ve kapıyı açtı. Kontrol bile etmemişti karşısında kimin olduğunu ve bu durumu takiben karşısındaki de zaten kapıcıymış gibi bir tavırla açmıştı. Ancak işler hiç de öyle olmamıştı. Hayat, kader veya karma ne sikimse yine içimden geçti, sağ ol Murphy bu kez de beni yalnız bırakmadın, diye kendi kafasında homurdanarak düzeltti duruşunu. Daha sonra düşüncelerini. Bütün duygu durumunu yeniden düzenlemesi gerekmişti ama bunu halletmiş önündeki işe bakmaya niyetliydi. Öte yandan bu üçlünün Deniz’den ne istediğini ise gelecek nesilleri bile merak ediyordu.

                Gözleri cin gibi bakan ama Deniz’in bakış açısıyla gözler dünyada en düşük fonksiyonlu gözler falandı. Nitekim sikiş sokuştan başka bir şey kovalamadıkları bir gerçekti; ancak bu kovalamacanın ne kadar değersiz olduğu tamamen kendi değerlendirmesiydi ve bu kendi değerlendirmesini referans alarak yargıladığı için onları hep kullanışsız olmakla suçluyordu. Muhtemelen yine, biraz daha, kullanışsız olmaya ve kendilerini gerçekleştirmemeye geldiler, diye düşünerek arayan gözlerini üçlüde gezdiriyordu. Kendisi bir şey dememeye niyetliydi. Gelme sebeplerini öğrenmek için bile konuşmayacaktı. Neyse ki çok uzun sürmeden üçlünün temsilcisi konuşmaya başlamıştı. Onu kullanmak için teşrif etmiş, tüttürebilecekleri bir şey veya tüttürebilecekleri bir şeyleri alabilecekleri birisini sormak için gelmişlerdi. Deniz ise bu durumdan hayli rahatsız olmuş yine kendi kafasında ‘İnsan insanı bu saatte de rahatsız etmez ki; her şeyin bir yeri ve zamanı vardır. Bu saatte benden iyilik istemeye gelecek kadar, acaba!!, ne güzellik yaptılar bana da karşıma çıkacak cesareti ve yüzü bulabiliyorlar. Bıktım bu çıkarcı umarsız nihilistlerden’ diye homurdanıyordu. Kafasının içi bunlarla meşgulken de eli telefonuna gitmiş rehberinde geziniyordu. Biraz boş gözlerle baktığını fark edince durumun bulaşıcı olmasından çekinerek üçlüyü içeriye davet etti. Herkese kendilerine birer içki almalarını söyledi ve berjerine oturdu.

                Onlara istediklerini en hızlı şekilde vermek istiyor ancak şartlar pek de el vermiyor; müsait olup olmadığını sorduğu hiç kimse dönmüyordu yarım saattir. Dumur bir sessizlik hakimdi. Üçlü kankalık kitabına ithafen anlaşılmayı bekliyor; Deniz de ‘biz de geçtik bu yollardan’ edasıyla işi halletmeye çalışıyordu. Atmosferde organik hiçbir şey olmadığı için konuşamıyoruz da, diye düşündü. Bu sırada işler biraz daha organik bir hal aldı. Nihayet esas adam geri dönmüştü ancak yalnızca ikisinin buluşmasına ikna olmuştu. Harcamak zorunda kalacağı eforun çapı, Deniz’i yapmakla ünlü olduğu gibi rahatsız etmişti. Ne yapıp ne edip evden çıkmadan halletmek istedi ancak olur yol düşünemedi. Görüşeceği arkadaşını kapısına çağıramazdı; onunla görüşmek isteyen ekiple ise görüşmeyi kabul etmiyordu. Mecburdu bunu yapmaya. Pek rızası yoktu fakat gidecekti. Ayaklarının iradesi geldi aklına ve biraz dışarıdan duyulabilir bir şekilde güldü. Bunu fark eden üçlü biraz şaşırdı fakat herkesin herkesi rahat bıraktığı bir dünyada olduklarını hatırlayıp arkalarına yaslandılar tekrar. Deniz de bu yaşanmamış gibi davranarak ayağa kalktı ve kapıdan çıkıp gitti.

                Hemen kendisine bir sigara yakmış ve hızlı hızlı yürüyordu. Şapka takma alışkanlığı edindiği için kendisini epey beğendiği sıralardı bunlar. Düşünceli bir halde buluşma noktasına gidiyordu. Bu sırada da düşünceleri adımlarının hızını neredeyse yakalamış, yaşadığı olayların absürtlük katsayısıyla şaşırıyordu her seferinde. Her zaman yaptığı gibi olayları birbirine bağlamaya çalışıyordu. Bacaklarım bağımsızlık ilan ettiyse bunun bir sebebi olmalı, yanlış yolda mıydım, yoksa kayıp mı olmuştum, almam gereken ancak tercihen almadığım sorumlulukların mı neticesiydi bu? Yoksa tamamen bağımsız bir ileri vizyonun başlangıcı mıydı bu? Bacaklarım özerkliklerini ilan ettiklerinde hayatım gerçekten de yoluna girecek gibiydi, ta ki pes edene kadar. Sonra her şey eski boktan koşturmacaya geri döndü. Birileri için birileriyle görüşmeye gidiyorum; peki kim için kimi neden görmeye gidiyorum? Bunu hiç düşündünüz mü? Tabi ki düşündüğünüze inanın fakat kimse bu işi hakkını vererek yapmadı. Eğer birisi yapsaydı, şayet, kalkardı ve bu işe bir son verirdi. Fakat gelin görün ki kimse bir son verme niyetinde değil bu gidişata. Çünkü herkesin bildiği gibi bu gidişat, bu dünyanın çarkıdır ve kimse buna karşı koyamaz. İnsanlık olarak hepimizin ayrı ayrı yüzleşip kabullenmesi gereken acı gerçektir bu baylar.

                Kendi kendisine verdiği sempozyum tamamlanmıştı ki kafasını kaldırıp bekleme noktasına geldiğini gördü. Durup bir sigara daha yaktı. Beklerken sağa sola bakıyor, sokak lambalarının aydınlattığı çift yönlü ama tek şeritli olan yolu izliyordu. Gerçekten ıssız bir yerdeyiz diye düşündü. Çünkü yolu aydınlatan sarı ışıklar aynı zamanda etraftaki tozları da aydınlatıyordu, Deniz oradan geçen bir arabanın ardından havalanan toz bulutunu izlerken geçen arabanın beklediği araba olduğunu gördü, nihayet. Alışverişini yaptı, kendisi için aldığı ekstrayla birlikte ve arkadaşından onu evinin yakınlarına bırakıp bırakamayacağını sordu. Şanslıydı ki arkadaşı çok uykulu olmasına rağmen onu bırakmaya ikna olmuştu.

                Sonunda evine dönmüş olmanın verdiği rahatlığa kavuşmuştu. Evine girdiğinde üçlüye vereceğini verdi ve onları gönderdi; bu işi olabildiğince akışkan ve yüksek viskoziteyle yapmıştı. Hiçbir temas istemiyordu, hepsinden sadece kurtulmak istiyor işi halletme hızını buna göre ayarlıyordu. Mahkeme duvarı gibi bir yüz ifadesine ufak bir tiksinti katarak kapıdan uğurladı. Bu kadar sigara içmişken dumana devam etmek iyi bir fikir gibi geldi Deniz’e ve piposuna davranıp zulasıyla onu bir güzel hazırladı. Özenle yapmıştı bu işi, bir cerrah edasıyla kullanmıştı parmaklarını. Bunu yapışıyla her zaman gurur duyardı.

                Manzaranın tadını çıkartmak ve piposunun içeriği Deniz’i yeterince rahatlatmış olacak ki düşüncelerini elden çıkarmıştı, baktığı yerlerden düşünceleri kendisinin değilmiş de gördüğü binanın, ofisin veya çatının düşünceleriymiş gibiydi. Böyle olduklarını varsayınca kendisini rahat hissediyor, aslında kendinin olan düşüncelere yine kendi düşünceleriyle cevap verebiliyordu. Biraz böyle düşünüp birkaç karar verip neredeyse bir manifesto yazdıktan sonra bunu neden her zaman yapamadığını anlamak istedi. Kendi kendisine konuşuyordu sadece. Aslında kendi kendisine hep konuşurdu ama hiç bu kadar yapıcı olamazdı. Daha çok egosunu güvende tutabilmek için yaptığı muhasebenin konuşması geçerdi; şu adam benden bir şey mi isteyecek, bu adam benden aslında ne istiyor, bu kadın bana karşı neden bu kadar çekimser veya şuradaki neden bana bakıyor gibi şeyler. Sorun bende değil ki, yalnızca tüm gün çalışmaktan ve tüm akşam da derinlere inmekten yoruldum; böylece ego korunmak istemedi daha fazla, çünkü yeterince direnmişti, diye düşündü ve ‘ayrıca şu an oturduğum yer de dünyada en rahat edebileceğim yer’ diyerek bitirdi düşünme işini. Tekrar kendini akıntıya bırakmaya çalışıyordu. Bazen sekteye uğruyor, bazen bölünüyor ama hala ayakları Deniz’in orada kalmasını istiyordu. Sanırım uyuyacağım, dedi.

Yorumlar