72.2

                Oturup içmekten sıkıldığında ansızın ayağa kalktı. Ama ne yapacağını bilemeyince tekrar oturacak oldu. Neyse çıkayım bir sigara içeyim, diye düşündü. Bu kez içkisini de yanına alarak dışarı çıktı. Aslen görmeye geldiği arkadaşını hala görmediğini hatırlayıp sigarasını yaktı.

                ‘Bu insanlar da yakadan düşmek bilmiyorlar. Her yer, herkes sahte sevgi tüccarı resmen. Bunca bilgenin, filozofun ve imparatorun hiçbirinden nasibini almayıp böyle ortalıkta neşe topçuğu gibi gezenlerden bahsediyorum. Birinin gülümsemesi için her şeylerini verebilecek melek bozuntuları. Bunlardan olsa olsa düşmüş melek olur. Düşmeden önce oldukları yerin de fazla yüksek olmadığına bahse girerim. Muhtemelen yukarılardaki yerlerinde de herkese böyle salak salak gülümseyip hepsini iyi yapmaya çalışıyorlardı; daha sonra aklı başında birisi çıkıp bunları attı oradan. Böylece bizim başımıza musallat oldular tanrıların yerine. Eh, bu çocuklara ağızlarının payını vermek de bize düşen.’

                Düşünürken yazmıyor olduğuna üzüldü. Bir an içeriye gitmeye yöneldi ancak sigarası hala bitmemişti. Bu alışkanlığının nereden geldiği çok belli olsa da asla üzerine düşünüp dersini almamıştı. Başka bir şey yapmak için önce tabağını bitirmesi gerekirdi. Her seferinde. Onu çalıştığı işte bu kadar başarılı yapan da buydu. Dişini sıkar ve önündeki işine odaklanırdı. Odaklanma konusunda çok iyi görünüyor olsa da aslında kendisi hiçbir zaman memnun kalmazdı; daha fazla ve daha iyi odaklanmaya çalışarak geçirirdi vaktini, çalışmak yerine. İşi de masa başında bir memur olmak olduğu için bunu yaparken fazla zorlanmıyordu. Öte yandan da bütün vaktini daha fazla odaklanmaya çalışarak geçirdiği için asla odaklanamazdı. Bunun yerine dişlerini sıkar daha iyisini denerdi. Demek ki bazen tabakta yemek bırakmaktan pek de zarar gelmezmiş diyemiyordu kendisine. Asla ikna edilemezdi. Nihayet sigarasının bittiğini gördü, içeri yöneldi. Sigarayı içerken adımlamak iyi gelmişti biraz. Şimdi daha enerjikti. Ama tabi ki, hala, kimseyi istemiyordu yakınında.

                Bu enerjiyi boşa harcayamam, düşüncesiyle içeri girdi. Kalan içkisini iki yudumda bitirmeden önce hesabı istemişti bile. Beklemek istemediği için hesap gelene kadar tuvalete gitmek istedi. Ancak başaramadı. Ayağa kalktığında adımlarını kontrol edemiyordu. Bir türlü ayaklarının kontrolünü eline alamıyordu. Adımlarını kontrol altına alabilmek için dişlerini sıktı, yumruklarının sıktı, beynini patlatacak kadar sıktı; kafatasındaki damarlar zaten yorgunluktan ortaya çıkmışlardı ama artık bağımsızlıklarını ilan etmek üzereydiler. Denediği hiçbir şey işe yaramadı. Adım adım ilerleyişini izledi…

                Adımlarını izlemeyi bırakıp kafasını kaldırdığında solunda iş arkadaşlarından oluşan bir üçlünün, kendilerine fermuar şeytan üçgeni diyorlardı, aynı barda oturmuş içiyor olduğunu gördü. Deniz, bu fermuar üçlüsünden hiç haz etmezdi. Bunun sebebini de kendi kelimeleriyle şöyle açıklardı “Bunlar bir avuç işe yaramaz ilkeller. Kazanmak için her şeyi yapabilecek ama bunu yaparken neye dönüştüğünü göremeyecek insanlar. Hiçbiri kendi hayatlarını ellerine kendileri almadıkları gibi kendi zihinlerini de ellerinde tutamazlar asla. Zaten ne zaman konuşacak olsak köpeğim olduklarını kendi gözlerimle görüyorum.”. Öte yandan bu akşam çok kaygısız ve neşeli görünmüşlerdi Deniz’e, bir şeyleri kutluyor olabileceklerini düşündü. Her ne kadar birazcık olsun dikkati dağılmış ve problemi unutmuş olsa da problem ilerlemeye devam ediyordu. Adımları onu birine götürüyordu. Kime götürmeye çalıştığı hala netlik kazanmamış, bir okyanusun ıssız derinliklerinde atılanlar gibi adımlarla ilerliyordu. Biraz yalpalıyordu yürüyüşü, Jack Sparrow tadında. Bir an için korsan mı oluyorum diye düşündü. Ancak korsanları çoktan hallettiğinden emindi. Korsanlardan çok daha derinlere indiğini düşünüyordu. Ama.. yine de.. aynı yürüyüşe sahipsek belki de yeterince sert ısıramamıştım, diye düşündü. Bu sırada da nihayet adımlarının onu nereye götürdüğü anlaşılmıştı. Emin olmaktan korkarak asistanına doğru ilerlediğini düşündü. Ona doğru yürürken kaçar hiçbir yolu olmadığını bildiği için, bunu olabildiğince gerçekçi kılmaya çalışıyordu. Kontrolün kendisinde olduğunu hissettirmeliydi ona. Nihayet Bengü Naz, asistanı, da onu görmüştü. Aslında sigaradan ilk dönüşünde görmüştü patronunu ama fark etmemiş gibi davranmıştı. Kaprisli birisi olduğu için birini görse de onu fark etmez, o birisinin kendisini fark etmesini beklerdi hep.

                Uzaktan başıyla selam verdi Deniz. Bengü de yapmacık bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ayakları nihayet durmuştu. Olması gereken yerdeymiş gibiydi. Bacaklarını hiç bu kadar güçlü bir şekilde hissetmemişti. Kalkıp bu güçlü bacaklarla birkaç adım atmak istedi. Fakat hala kontrol Deniz’de değildi. Yapabileceği bir şey olmadığını ve konuşmak zorunda olduğunu anlayınca epey rahatsız hissetti. Planladığı zamanlarda karma ya da tanrı gibi imgesel kavramların hayatına yani planlarına dahil olmasından hiç haz etmezdi. Biraz hava su konuşmasından sonra Deniz biraz rahatsız hissediyordu. Fakat bu stresini bacaklarına aktaramadığı için daha da rahatsızlaştı. Bari çıkarıp bir sigara yakayım, dedi kendi kendine.

                Bengü’nün otoriter tavırları onu her zamanki gibi yine dumur etmeye başlamıştı. Fakat bu sefer, kalkıp gidemiyordu çünkü işte değildi. Dikkatini verebileceği başka bir şey yoktu. Duruma kafa atmasının gerekliliği canını fena sıkıyordu. Olağanüstü bir yüzleşme yaşaması gerekiyorduysa da bunun asistanının olmaması gerekmez miydi? Kendisi sadece asistanıydı ve bütün temasları ofisi dahilinde gelişiyordu. Kadını işe alırken zaten karakterine odaklanmak istememişti bile. Tek kriteri kadının ne kadar verimli çalıştığıydı. Öte yandan her ne kadar dikkat etmemiş olduğunu iddia etse de gözüne batan birkaç durum olmuştu. Fakat prensipleri gereği göz ardı etmesi gerekmiş ve işi ona vermişti. Göz ardı ettiği şey ise Bengü’nün fazla otoriter görünmesiydi. Oradaki varlığı dahi, bir prenses olduğu için, diğer herkesi emrinde görmesi için yeterliydi. Varlığını insanlara sunmuş olması, onun için yeterli büyüklükte bir işti. Bu yüzden insanların yaptığı işle yargılandığı bu dünyada da kendinde hak görebiliyordu.

-          Kendini nasıl bu kadar haklı görebiliyorsun, diye sordu Deniz çok derinden getirdiği sesiyle gayet sakin ve öğrenmek isteyen bir öğrenci edasıyla.

-          Çünkü, pipetiyle içkisinden bir yudum alıp devam etti, her zaman çok düşünürüm benimsediğim şeyler üzerine.

-          Hmm, demek benimsediğin şeyler üzerine.. peki ya yanlış olma payı hiç kapını çalmaz mı, demek istediğim her zaman ve her seferinde haklı olamayacağın.

-          Tabi ki değilim, zaten asla birisi kalkıp da sonsuza kadar haklı olduğunu iddia edemez. Tanrı bile birkaç kez kitap göndermiş ayrı ayrı.

-          Fakat onların hepsinin aynı olduğunu iddia etmişti, eğer kitaba inanıyorsan bu cümleye de inanman gerekiyor, dedikten sonra bir yudum aldı ve yeniden başladı, peki haklılığının gereksiz olduğu ve evet demen gereken zamanlar, onlar hakkında ne düşünüyorsun?

-          Bunları asla benimseyemedim, hiçbir zaman doğal gelmediler, zaten..

-          Doğal olmak zorunda değiller nitekim doğallığın üzerinde bir hayat sürüyoruz insanlık olarak, diye böldü Deniz ve daha sonrası için ekledi, sanırım kendinin bu durumda olacağını asla varsaymadın.

-          Öyle yaptığımı söyleyemem. Açıkçası bir sekreter olarak kendimi fazla entegre etmemeye çalışıyorum. Özellikle bulunduğum şirkete.

-          Bir şirket olarak fazla olmasa da emperyalist bir duruş söz konusu evet, ancak şunu unutmamak gerekir ki, cebinden yalnızca bir duman almak arzusuyla bir sigara çıkartıp kimse ona engel olamadan yaktı ve konuşmasını bitirdi, adaptasyon gelişme demektir.

Her kelimesini vurguladığı son cümlesini söyledikten sonra sigarasını söndürmüş kalkıyordu. Kalkabilecek olup olmadığını merak ederken zaten kalkıyor olduğunu gördü. Ceketini düzeltti, iyi akşamlar dileyip kalktı. Hesabını ödedi ve barı terk etmek istedi fakat hala tuvalete gidememişti. Önce bunu halledeyim, diye düşündü. Lavaboya girdi. İşerken konuştuklarını düşündü bir kez daha. Ne fazla ne eksik söyledim. Umarım dinlemiştir, neticede asistanım o, beni dinlemeye alışık olması lazım. Fermuarını çekti. Merdivenleri çıkarken şimdi ne yapacağım kaygısıyla dolup taşacak gibi hissetti. Biraz yürümek iyi gelir diyerek devam etti. Tam çıkmak üzereyken fermuar üçlüsünü gördü. Artık 3 değil 5 kişi olmuşlardı. Talihsiz bir şekilde iki hanımefendi teşrif etmişti masaların sadece. Dönüp bara baktığında, Deniz,  bir de erkeğin o masaya katılmak istediğini fark eder gibi oldu ama benim payıma düşmez diyerek çıktı bardan.

               

                 

Yorumlar