179 - noname workaholic

 

                Tamamlanmak için muhterem karakterimin teşriflerini bekleyen bunca iş varken dans etmek için can atan bedenimin arzularını daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anladığımda tabi ki kalkıp bir kulübe gitmedim. Sonuçta hepsi kapalıydı; hayır, saat öğleden sonra üç olduğu için değil, hayır aslında küçük olan ama kanunlara büyükşehir olarak geçmiş olan yaşadığım yerdeki muhafazakarların baskıları yüzünden de değil, yalnızca dışarıda bir salgın olduğu için kapalıydı hepsi. Zaten açık olsalar da hiçbirine gideceğimi sanmıyorum, nitekim eski zamanlarımda bu kulüplere düzenlediğim seferlerden hiçbirisi bana istediğim keyfi başarıyla verememiş, hep oradan çıkana kadar zombi gibi hissetmiştim. Ayrıca kimle gidecektim. Benimle bir kulübe gidip de kaygısızca ve haliyle de amaçsızca dans etmeyi kabul edecek birkaç kişi vardı, bu birkaç kişiden birisi de geçmişimde kalmış artık görüşmediğim kimselerdi.

                Hal böyleyken kalkayım da biraz piyano eşliğinde melisa çayı içeyim belki rahatlamama yardımcı olur da sonrasında, cinsiyetçiliğim için beni hoşgörün, bir amcık gibi tembellik etmeyi bırakıp da çalışmaya başlayıp muhterem zatımın teşriflerini bekleyen işleri halletmeye başlarım. İş halletmenin önemini herkese anlatsam da asla kendime anlatamamam hep üzerimde yıkıcı bir etki yarattı. Belki de bunu herkese anlattığımı sandığım için böyle oluyordur, belki de aslında hiç kimseye ne anlatmak istediğimi anlatamadığım için kendim de anlamıyorumdur. Sanırım karşımdakiyle konuşurken kendimle konuşuyormuş gibi konuşma fikrimi daha sık hayatta tutmam gerekiyor.

                Her neyse, işten güçten yeterince bahsedemedim. Size kendimi tanıtayım. Ben Fatih. Adımı amcam koymuş. Eh, aileye varlığını ‘hediye’ eden altıncı kişi olunca tabi artık ne anne ne de baba isim koymak istiyor. Bana sorsalar adımı kondom koymalılardı. Böylece insanlara, sınırsız sayıda çocuk yapabilmeleri gibi bir illüzyon olsa da aslında bunun farklı parametreler tarafından sınırlandırıldığını hatırlatmak için güzel bir atılım yapılmış olurdu. Ancak öyle olmamış; onun yerine amcam kalkmış ve eşinin ismini vermesine razı olduğu oğluna koyamadığı ismi koymuş bana. Peki bu durum bana koymuş mu, sanmıyorum. Yalnızca Fatih ismi ne fazla yaratıcı ne eğlenceli ne de eşsiz. Dışarıya bir baksan herkes kendince bir fatih zaten, herkes her yeri fethetmeye çalışarak geçiriyor hayatını; kimisi cüzdanları fethediyor, kimisi kapitalizmin ter döktüren yollarını nabzını 70’in bile üzerine çıkarmadan fethediyor kimisi de gözüne kestirdiği kadınların arzularını fethediyor. Eh, insan dünyaya Fatih olarak gelince pek böyle amaçları kalmıyor. Daha çok neyin fatihi olduğumu anlamaya çalışarak geçti hayatımın yarısı. Hayatımın yarısı demişken tabi bunun kaç yıl olduğunu merak etmişsinizdir. Yarısı 21 yıl yapan hayatım şu an 42. Yılını yaşıyor. Evrendeki tüm soruları cevaplayan sayıyı yaşıyor olmak da insana fazla bir heyecan katmıyor, beklentilerim bu noktada biraz yanıldı. Artık yegane beklentim zaten en yakın zamanda yeterli bir sermayeyle emekli olup yatırımlar yaptıktan sonra arkama yaslanıp her Pazar bulmacamı çözüp kıymetli ölümün beni almasını beklemeye başlamak. Murphy’nin gözünden bakınca muhtemelen bu hayalimin de tam emekli olup yatırımlarımın getirilerini izlemeye başladığımda beni gafil avlayan ölümle sonuçlanacağını kestirmek zor değil. Zaten çalıştığım bu işte istediğim birikimi yapmanın imkansız olduğunu görmek için illa çalıştığım işte çalışmanız gerekmiyor. Yaptığım işe iş derken bile içimden bir ses her seferinde bunu yapmamam konusunda beni uyarıyor; haksız da değil. Üniversite yıllarımın son çeyreğinde gözümde beliren fikri kovalayarak geleceğe yatırım yapıp tüm geleceği ele geçireceğimi ümit ederek başladığım iş, yazılım öğrenmekti. Göz ardı ettiğim şeylerden birkaçı öncelikle bunun imkansız bir öngörü olmadığı ve bu yüzden rekabetin aslında beklentimin fazlasıyla üzerinde olacağı ve herhangi bir yerde uzmanlaşmak yerine dümdüz bir yazılımcı olarak her şeyi bilmeye çalışmamdı. Tabi ki iş hayatım başladıktan sonra vakit geçtikçe bir şeyler üzerinde hak iddia edecek kadar fazla çalışmam gerektiğini anladığımda biraz geç olmuş, ancak elimdekini yetiştirebiliyor haliyle de bırakın geleceğe hükmetmeyi günüme bile hükmedemeyip geçmişim tarafından hükmediliyordum. Geçmişim tarafından hükmedilmeye her zaman bayılmışımdır. Bunun hasta bir şey olduğunu her yerde dillendirdiysem de asla kendime itiraf ederek bunu kabul edemedim. Geçmiş her zaman sahip olduğum tek şeydi, ne kadar yıkık. Öte yandan baktığımda her seferinde geçmişim tarafından kontrol edilmek kolay bir işti benim için. İçinden çıkmaya çalıştığım aile denen toplum, aile değil de sülale de diyebiliriz; gelenekçiliği hat safhaya çıkarmış olmak yetmezmiş gibi bir de itaati en üst seviyede tutarak şu kokuşmuş modern çağın demokrasisini tanımazlıktan gelerek ancak kendi imparatorluğunu yüceltti hep. İmparatorluk dediğime bakmayın akraba evliliğinin bininin bir para olduğu bir yerdi, eh çeşitliliğin olmadığı yere imparatorluk diyemem; sanırım tarihçiler de benimle hemfikir olurdu. Belki amcam da beni bu imparatorluğun potansiyel bir fatihi olarak gördüğü için adımın bu olmasını istedi, ya da babam bu yüzden kabul etti; asla bilemeyecek olsak da bildiğim tek bir şey var yüzlerce testis içeren bu imparatorlukta rekabet hiçbir yerde olmadığı kadar yüksek ve kalitesiz; kimin daha güçlü öksürdüğü mü kimin kimi bilek güreşinde yendiği mi yoksa ne bileyim kimin kimi aile büyüklerinin önünde daha rezil ettiği mi…

                Gördüğünüz gibi dikkatim epey dağınık, ancak bir yandan içmekte olduğum melisa çayı biraz yardımcı oluyor, derinliği kaybetme pahasına konuya bağlılığımı sağlayabiliyorum. Yaptığım işi de söylediğime göre sıra sanırım yalnız yaşadığımı açıklamakta. Tabi, hayatımla ilgili tahmin etmesi en kolay işlerden birisi buydu sanırım. Tabi ki böyle devasa bir iskelet haline gelmiş bir yerden, aile, çıkmaya çalışırken kendimi birazcık da olsa geliştirmeye başladığımda aklıma ilk gelen şey, onlu yaşlarımın sonuna denk geliyor bu ayrıca, yalnız yaşamam gerektiğiydi. Yalnız yaşayacak ve kendimi inşa edecektim. Onun yerine salonun ortasında boş pizza kutularını temel yaptığım bira şişelerinden oluşan Pisa kulesini inşa ettim; bu seferki düz olsun diye ne kadar uğraştıysam da olmamıştı. 42 yaşında olan birine göre epey genç göstersem de zayıflığım hastalıklı bir ihtiyarlık katıyor imajıma. Muhtemelen bu yüzden yalnızım, ya da yalnız olduğum için böyle. Yine de asla dökülmeyen saçlarıma, kafamın karışıklığını dışarıya göstermemde her zaman yardımcı olduğu için minnettarım. Belki biraz kilo alsam baba figürü sorunları yaşayan kadınlarla keyifli vakit geçirebilirim, bir de kirli sakal ekledim mi tadımdan yenmem.

                Size son olarak yaşadığım şehirden, mahalleden ve evimden bahsedeyim. İçindekilerin de kendini imparator gibi görmesiyle beslenen saçma sapan tavırlarını ve gebeş genişliklerini yansıttıkları kocaman kaldırımları olan, bir ucundan bir ucuna yürümesi bir buçuk saat süren vasat bir şehir. Anadolu şehri olmaması sanırım tek artısı olabilir. Beterin beterinin olduğunu hatırlar ve hep şükrederim. Mahallem de tahmin edeceğiniz gibi aslında bir mahalle değil de yalnızca büyükşehir olması için mahalle denmiş olan ve gerçekçi bir büyükşehirde Ali Ağaoğlu’nun inşa edeceği bir rezidans kadar bile büyük olmayan bir yer. Ancak apartmanların sıklığını göz önünde bulundurunca insan yine de Ağaoğlu buraya dokunmuş olabilir mi diye düşünüyor, şayet ara sokak kavramı bu şehirde, pardon ilde, ölmek üzere. Bu ölümün tek eksiği her yerdeki siyah çiçekler değil de günahla ekilen tohumlar olsa gerek, evet Ceza en beğendiğim sanatçılardan birisidir. Öte yandan bu şehirse takdir etmekten en uzak olduğum gerçeklerden birisidir, ama zaten ben neyi takdir ederim ki, sanki bir şeyi takdir etmem önemliymiş gibi. En azından kendi evimi takdir edip etmemem önemli nasıl olsa ev benim olduğu için yalnızca benim çok kıymetli yargılarım fark yaratabiliyor burada.

                Her köşesini görüp beğenip aldığım tablolarla doldurduğum evim aslında hiç bu şehre ait değilmiş gibi görünüyor evet; bu imajı en yükseğe çıkarabilmek için bir de Amerikan mutfak yaptırmıştım. Nasıl olsa evi satın aldım, istediğimi yapabilirim diyerek. Şimdiyse yaptığım her şeyi yıkıp yeniden başlatmak istiyorsam da nasıl bir dürtü olduğunu anlamadan daha ipin ucunu gördüğüm saniyede vazgeçtiğim için kendimi en sonunda bunu yaşamaya mahkum ettim.

Yorumlar